10 Haziran 2007 Pazar

..SUSMALAR..

“Elini ver dedim sana!” diye ikincisinde daha yüksek bir tonla tekrarladı çocuk. Kıza baktı ve o bakışları yıllar boyu yerden toplayamadığı için kendini suçladı. Bunu ona söylemeyecekti elbet. Hiç yapmamıştı ki daha önce.. insanın canını acıtmayı , gururunu incitmeyi güçle karıştıran, öyle olduğuna inanan bir kısım insan gurubunda küçük bir halkaydı oda. Bağırdığında daha iyi dinlendiğine kendini o kadar inandırmıştı ki, aksini ispatlamaya çabalamak zaman kaybıydı.Zamanın kaybolması, ve kaybolurken seni de alması. Her boyuttaki zaman dilimi kayıptı. Dakikalar ya da saniyeler ne fark ederdi ki?.. Günlerini sırf zaman geçsin diye bir kucak saçmalıkla geçiren biri bunun önemini nereden bilebilirdi ki? Bilemezdi elbet. Çocukta bilmiyordu haliyle..Adeta yerdeki taşları sayıyordu kız. Yüzü ifadesiz , duyguları belirsiz. Ağlasa ya , bağırsa ona, akıtsa içine sızan gizemi. “işte hep bu yüzden” diyebilse, rahatlayacak. Yok susuyor, sanki yerdeki taşlar bitecek, olmaz sayıyor itina ile. Kenarı köşesi kırılmış olanları, hepsi gri iken araya konmuş kırmızıları kaçırmıyor dikkatinden. zaten hep böyle olurdu ona. Ne zaman tahammül çizgisini aşan bir durum olsa, saçma sapan bir şeylere yoğunlaşırdı dikkati. Ne kadar gereği olmayan ayrıntı, soru işareti varsa anlaşmışlar gibi beyninde toplanırdı.“Sus!” dedi düşüncelerine ani bir tavırla. Bu tepkiyi sesli olarak verdiğini çocuk “efendim?” dediğinde fark etti.Ona kurmamıştı aslında bu dünyanın en küçük cümlesini..Bakmayacaktı yüzüne. Çocuk soracak, o susacak. Çocuk ikinci kez daha yüksek bir tonla soracak , kız yine susunca kıyamet kopacaktı… Alışmıştı aslında bu döngüye. Kendine inanamıyordu böyle zamanlarda. Burada ne işi vardı? Bu kaldırım taşlarında yürürken , karakterine bu kadar zıt bir adamla ne gibi bir işi olabilirdi? Etrafındaki bilimum insana istemediği bir konuda “hayır” diyebilmeyi, hayatımda bulunmanı istemiyorum diyebilmeyi en iyi şekilde becerebildiği için kendisiyle övünmüyor muydu? Ama ona gelince iş, tüm imkansızlıklar siliniyordu dilinden. Her şey düğümleniyordu. Ne gidebiliyordu ne de kalabiliyordu.. Gitmek ve kalmak.. Siyah ve beyaz. İkisi de acıtırdı canını. Ama böyle tek bir cümle içindeyken her ikisi hiçbir acıya benzemiyordu bu belirsizlik, arada kalmışlık..Ne gidebildi onca zaman, hayatından onu çıkarabildi ; ne de onunla kalıp ona ait olabildi. Tutku muydu bu? Evet oydu.. Kan rengiydi, acıtıyordu onu. Dikenleri batıyordu ruhuna. Onsuz nefes alamamasının ve onunla nefes alamamasının, onsuz mutlu olamamasının ve onunla mutlu olamamasının sebebini aramaktan vazgeçtiği iyi olmuştu. Kendini bir paradoksun çözümüne adamak zaman kaybı değil miydi? O çok değer verdiği zaman kırıntılarının toz olup uçmasının şimdi yeri miydi?Bu inanılmaz bir duyguydu, muhteşem bir felaketti. Duvara gireceğini bilmek ve yinede gaza basmaktı. Dudaklarında tebessüm kendi yıkımına doğru koşmaktı. Bu programlanmış tek hüsrandı. Peki tüm bunları biliyor olmak neyi değiştiriyordu insan hayatında? Ben söyleyeyim. Hiçbir şeyi..!!Vermedi elini kız, konuşmadı da..Tek kelime etmemek için adeta birine sözü vardı. Bu oyun kaçıncıya sahne alıyordu, sayısını bile unuttuğunu düşündü.. Artık sahneler birbirine karışmayacak kadar ve repliklerse asla unutulmayacak kadar yinelenmişti en az. Birazdan nasıl konuşup olanların tatlıya bağlanacağını da biliyordu. Yüzündeki belirsiz ifade pişmanlığa daha yakındı. Bildiği tek bir şey vardı ki bugünü doğuran dündü, ve hep susmaların bedelini ödüyordu..
bir anda
cehennem alevi gibi
bir alev yükseldi
sonra,
bir çocuk çığlığı
al yanakları bembeyaz kesildi
akmadı gözyaşları...