Dünya nüfusunun
%95’inin mutsuzluk ve hayal kırıklığı üzerine kurulu olması değişmeyecek bir
gerçek. Öyle katı bir düzen içindeyiz ki, gazeteler her gün milyonlarca insanın
öldüğünü yazıyor, dergiler ne kadar şişman olduğunu hissettiriyor, cemiyetler
içindeki kıskançlık güdüsünü canlandırıyor sahip oldukları kıyafetler,
arabalar, muhteşem evler ve güzel kadınlarla… Filmler kusursuz ilişkileri konu
ediyor ve görüyorsun eşler ne kadar muhteşem olabilir. Duygusal, romantik, fedakâr…
Sonra kendi hayatına bakıyorsun, diyorsun ki kendine, aman allahım dünya korkunç,
şişmanım, parasızım ve erkek arkadaşım duygusuz bir mağara adamı.
Buraya kadar
her şey doğru ya sonrası? Hayal kırıklıkları, depresyonlar, ben iyi bir hayat
hak etmiyor muyum’lu soru cümleleri… Bu noktada özgüven bir çözüm ama tek
başına yeterli değil. Kaçırdığın küçük bir detay var, uzun uzun düşünmediğin
üstünde aslına bakarsan. Kişisel gelişim kitaplarının klişelerinden bağımsız
ama bir noktada aynı, hayatın güzelliğini görebilme yetisi. Bunun eminim teknik
bir adı da vardır. Hatta felsefik bir kavram bile vardır. Çok basitçe açıklamak
gerekirse, gözünü açmak ya da etrafında yatan güzelliği ve mutluluğu görmek
için kendine bir şans vermek. Anlaşılamayan gerçek şu; mutluluk bir seçenektir,
kader değil. Başkalarının sahip olduğu şey her zaman sana daha güzel görünür ya
da komşunun bahçesi her zaman daha yeşil…
Dünya, rüyalarını
önüne sermeyecek çünkü hep yeterince iyi olmadığını düşündürecek sana. Sen hayallerini
hak etmediğini hissederek onlardan vazgeçeceksin. Yeterince güzel olmadığın
için, yeterince akıllı ve zengin olmadığın için savaşmayacaksın. Güzelliğin ne
kadar basit olduğunu anlayacağın güne kadar sessiz kalacaksın. Boynun bükük,
suskun…
Popüler kültürün
boyunduruğu altında kalan insanlar için üzülüyorum. Eğer iyi haberler duymak
istersen onları bulmak, çıkarmak senin elinde. Eğer yeterince zayıf olmadığını
düşünüyorsan çikolatayı ve onca yemeği bırakıp şehirde yürüyüşe çıkmak da senin
elinde, eğer mutlu bir ilişki istiyorsan her şeye şikâyet etmeyi bırakıp iyi
şeylere odaklan, anlayışlı ve bağışlayıcı ol ama iflah olmaz bir kaosta
olduğunu düşünüyorsan bırak savaşmayı ve hayatına yalnız devam et. Dünyada en
güzel şeyler parayla elde edilmiyor, etrafına baksana onca paraya hâkim insanlar
mutsuz, kıymet bilmez olduğunu göreceksin. Tüm kutsal kitapların, tüm felsefi
akımların, tüm kişisel gelişim kitaplarının aynı cümle ile bağdaşması ilginç
değil mi? “love each other and forgive
each other” birbirinizi sevin ve birbirinizi bağışlayın.
Güney Kore’de
bir çeşit ses yarışmasına katılan bir genç çocuğun hikâyesi var aşağıdaki
videoda. Ama ne desem anlam eksiltir. Hikâye burada… Söyleyecek sözüm yok,
zaten hala ağlıyorum.
Bir ufak
notum daha var, okuduğum en manalı kitaplardan biriyle ilgili. Kafka’nın Milena’ya
yazdığı mektuplarla ilgili. 1920’li yıllarda yaşanan bu aşk hikâyesinde öyle
büyük fakirlik var ki, yaşanan savaşlar, yoksulluk ve açlık var ki, Kafka
biricik aşkına çok büyük fedakârlıklarla birkaç kitap ve bir kazak gönderiyor,
Milena hayretler içinde kalıyor. Çünkü sadece iki tane elbisesi var. Bu büyük
jestin altında eziliyor genç kadın. Uzun mektuplarla teşekkürler ediyor… En son
hangi hediyeye bu kadar değer vermiştim yemin ederim hatırlamıyorum.