18 Mayıs 2009 Pazartesi

“cennet, onun olduğu yerdi… “


Kız uzun uzun baktı aynaya. Nefesi kesilmek yetersizdi bu hissi anlatmaya. Hassastı. Yarım asır uyumuş da bir buseyle hayata dönmüş gibi hissetti. Hayır, hayata dönmek mutlu etmedi onu.
- Ellerim titriyor! Ellerim diyorum… Titriyor.
- Nerden çıktı şimdi bu?
- Bilmiyorum. Bak! Uzattığımda sende fark ediyor musun?
Sessiz kaldı adam. Yaşı geçkindi. Çocukça geliyordu kızın düşünceleri. Oyuna meyli yoktu, belli…
- Hayır, görmüyorum, deyiverdi istem dışı bir tonla. Ne var bunda?
Saniyelik bir algıydı bu. Belki daha kısa… Erkekler kolay büyümüyordu tamam da bu kadarı da fazlaydı diye geçirdi.

Ellerini sarıp sarmalayıp ceplerine koydu ve kapıyı çekip sokağa, yolun başına kadar indi. Sarmal merdivenlerin başına gelince aklına kurduğu cümleler geldi bir an. Kamondo diye merdiven mi olur diyip gülmüştü. Sonra tüylerini ürperten rüyasını anımsadı. Hızlı hızlı indi basamaklardan. Hafızasının derinliklerine itmeye çalıştı ve sesli sesli konuşmaya başladı hatırına gelmesin tekrar diye.
Yazın gelmeye niyeti yoktu anlaşılan. Kara benzer bir şey yağıyordu. Çocukluğunu gördü yanı başından koşarak inen kız çocuğunda. Kar yağdığında başını göğe çevirip ağzını açar ve kar tanelerini yakalamaya çalışırlardı. İlkokula yazdırması için ağlamıştı babasına günler boyu, yaşı küçük ezilir diye çekinmişti genç baba…
Sonrasında oynamaya bol bol vakti olmuştu sokaklarda sene boyu… Başlarda üzülse de sonraları cazibeli gelmişti oyun… Artık oyun oynamaya hiç vakti yoktu, daha da kötüsü o günlerdeki neşesi ve oyun arkadaşı da yoktu zaten…
Soğuğu hissetmek güzeldir. İnsana yaşadığını hatırlatan bir gerçekliği vardır rüzgârın… İklimler boyu süregelen rehaveti yok eder. Keskindir sınırları. Acımaz, yok sayar çelişkileri. Karanlık gibi çöküp aydınlıkmışçasına bizden birine dönüşür… Şikâyet etmedi. Fazla da umursamadı. Hissettiği her ne ise pek memnun değildi. Yaşı yaşına pek de uymayan bu adamı seviyordu ve kimin ne dediğine takılmaktan vazgeçeli biraz zaman olmuştu. Yorgunluktan dizlerinin üzerine çöküverecek gibi tükeniyordu zaman zaman. Öyle zamanlarda adam kollarının arasına naif kızı özenle yerleştirir, büyüklere masallar edasıyla cümleler sıralardı ardı ardına. Kırıklarına iyi gelirdi, tüm ayrık otları beyninden sırasıyla arınır, taze bir gülümseme yerleşirdi yüzüne…
Yüksek sesle konuşmaya devam etti. Dik yokuşa geldiğinde elleri böğründe durakladı. Durdu. Sustu. Biraz üşümüştü. Biraz canı acıyordu hala. Adam umursamazdı. Adam ne istediğini bilmesine rağmen bunu anlatmakta güçlük çekecek kadar hissizdi. Ve oyunlar oynayamayacak kadar bitkin. Oysaki kızın simsiyah gözleri onun için parlıyordu. Varlığı onunla anlam kazanıyor, güneşin parladığını ancak onunla fark ediyordu..
Hayat neredeydi? Seslerin anlam kazandığı, kırmızının beyaza çaldığı, içinden geçenin sihir olmaksızın gerçekle bir olabildiği yer…

Sahi, cennet neredeydi…?

4 yorum:

kanilski dedi ki...

sahi nerdeydi? :) uzun bekleyişin ardından gelen bi yazı olmuş. ama bekleyişe değecek nitelikte... bir sonraki de değer umarım. ya da beklerim.

Unknown dedi ki...

cennet, karsimizdakine verdigimiz degerdeydi. cekip gitti, ve hiç düsünmedi ardindakini...
merhaba ben ömer deniz adiyla adiyok48 e yazi yazmistim, yaz sayisi için yazilarimizi ne zaman gönderebilecegiz...

'ez' dedi ki...

yaz için haziran sonuna kadar yazılarını gönderebilirsin sercan.

Unknown dedi ki...

saol