19 Ağustos 2010 Perşembe

Ben çocukken de böyleydim..



  Bugün bir arkadaşımla kahve içerken aramızda şöyle bir diyalog geçti,
- Buraya hep babamla gelirdik, önce burada birlikte yemek yer sonra film izlemeye giderdik…
- …
  Diyalog tam olarak böyleydi evet. O an hızlıca düşündüm, ben de babamla hep şöyle yapardım demek istedim. Aklıma bir şey gelmedi, sustum…

  Babam çok iyi bir adamdır, çok sevgi dolu, insanlara karşı kibar, kültürlü, sanata eğilimi olan,  oldukça zeki bir adamdır. Hemen her konuda tartışacak donanıma sahiptir, çok okur, çok izler, en önemlisi çok dinler… Zaman zaman düşünüyorum, aslında bunu oldukça sık düşünüyorum, aramızdaki ilişkinin şeklini, boyutunu ve benzeri şeyleri işte…

  Belki en fazla beş yaşındaydım o zaman, benimle her gün konuşurdu, bana masal anlatırdı… Günümün en özel bölümüydü o saatler. Annem kıskanır gözlerle bakardı zaman zaman ilişkimize.   Hayatım boyu kimseyi Onu sevdiğim gibi sevemeyeceğime emindim. Aile tatillerimizde babam, annemin aksine sabahları erken kalkmayı sevmezdi, annem erkenden uyanıp koşuya gittiğinde ben babamla uyumayı seçerdim. Ben babamın tembel kızıydım çünkü. Yine hafta sonları birlikte tenis oynamaya giderdik, ben en çok babamla oynamayı severdim. O beni zorlamazdı, hep sağıma atardı topu, ben iyi oynadığımı düşünürdüm sonra, ah ne saf bir şey çocuk olmak…
  
  Babamla evimizi boyadığımızı hatırlıyorum mesela, boyum kısa diye ben aşağıları boyamıştım, ne büyük zevkti! Onunla yaptım her şey zevkti benim için. Onunla okumak, onunla yazı yazmak, sınav kâğıtlarını okurken Onu izlemek, Onun kucağında uyumak, Onunla tatile gitmek… Hatırladığım tüm güzel anılar on yaşımdan öncesine ait…
  
  Daha fazlasını yazamadığım için kalbim acıyor zaman zaman. Keşke diyorum, keşke on yaşımdan sonra da her şey aynı kalsaydı. Yine en çok onunla mutlu olsaydım, yine benimle zaman geçirseydi, yine derdimi anlatıp çözüm bekleyebilseydim ondan. 

  Küçükken soruların cevabı daha basitti, ödevim toplama işlemleriydi, en büyük ruhsal bunalımım parkta diğer çocuklarla anlaşamamaktı bazen, en büyük hayalim annem, babam ve kardeşimle tatile gitmekti ahhh birde doğum günü hediyelerim… Ne güzel bir karın ağrısıydı ağustos ayına girmiş olmak. Doğum günüme dört hafta kalması mesela, üç hafta, iki hafta sonra… 25i gecesi geçmek bilmezdi benim için, uyumak ne mümkün!
  
  Babamı çok özlüyorum, bir insanı yaşarken bu kadar özlemek ne garip bir duygu oysa… Beni sebep yokken aramasını, Adapazarı’na gitmiyorum diye kızmasını istiyorum. Tarif edemeyeceğim bu duygu yüzünden ona çok kızıyorum bazen, bazen kendime kızıyorum, bazen kimseye kızmıyorum sadece on yaşıma dönmek istiyorum. Bazen gülüyorum, bazen ağlıyorum. Onu seviyorum, değişmeyen bu.

13 Ağustos 2010 Cuma

Adı Yok 53! Yaz kapında..


"İnsanlar, bir adamın bütün hayatının bir tek kitapla değişebileceğinin 
farkında değiller!"

(Malcolm X)
*
www.adiyok.com

10 Ağustos 2010 Salı

yazmış olmak için yazmadım.


Bir kitap okuyorum. Epeydir okuyorum aslında, bunun için kendime ayrıca çok sinirliyim. Her neyse, şöyle diyor bir yerinde: “İnsanın belli başlı iki günahı vardır, öbürleri bundan çıkar: Sabırsızlık ve tembellik. Sabırsız oldukları için cennetten kovuldular ve tembelliklerinden ötürü geri dönemiyorlar.”

Aylarca hiçbir şey yapmadım. Tek kelime yazmadım. Bir tek kitap bile okumadım. Arkadaşlarımın hatrı olmasa belki izlediğim o iki filmi de izlemeyecektim. Ahhh, elbette bu temponun sonunda üniversiteden mezun oldum. Garip bir histi, yıllarca bunun için sınavlara girmişim, çalışmışım dedim kendi kendime. O ilk haberi almak tarifsiz bir histi, Rumelihisarı’nda en yakınlarımlaydım o sırada. Denize baktım, deniz hiç o derece anlamlı olmamıştı. Sevinçle ablamı, annemi, babamı aradım. Annem en az benim kadar sevindi, babam da bir o kadar sakin bir tepki verdi. “Mezun mu oldun? Ha tamam, iyi…” Neyse konu bu değil, sonuç olarak ben hayatımın bir basamağını daha atladım. Kendimi avukat gibi hissetmiyorum dememe gerek bile yok sanırım. Zaten avukat olmak için deli divane olduğum da söylenemez… Korkumdan planlarımı fazla açıklayamıyorum şimdiden, ama dilediğim işi yapmanın bir yolunu buldum gibi…

Karakterim tembel değil özünde, ama canım istemiyor birçok şeyi yapmayı. Erteliyorum sürekli. Oysaki cidden huyum değildir. Şuan öyle sakin bir şehirde yaşıyorum ki, insanın canı güneşin altında o sıcak kumlara yatıp sabahı akşam etmekten başka hiçbir şey yapmak istemiyor. Çok uyuyorum, çok uyuduğum için hareketlerim yavaşladı. İki kez program yaptım kendim için, bilgisayarımın ekranına, yatağımın başına koydum programımı, yok faydasız… Uyanma saatini kaçırınca taşlar anında birbirini deviriyor.
En büyük sıkıntılarımdan biri de Türkçe boş muhabbet yapamamak… Ahh İstanbul’da olsam arkadaşlarım ne kadar çok boş konuşurdu, saçma saçma gülerdik. İngilizceye çevirince hiç komik olmuyor anlatmak istediğim şeyler. Neyse.

Bir kez daha program yapacağım birazdan. Uyanış saatimi dokuz buçuktan on’a alıyorum. Daha realist olsun bu kez. Gün içinde bir bölüm dizi izlemekte serbest olursa her şey daha pembe, daha sevgi dolu olacak evet. Her gün biraz yazı, her gün biraz okuma, her gün biraz çalışma, biraz bronzlaşmak ve İngilizce boş konuşma pratikleri…

Bir de yarın pazartesi olsa, hayata yeniden başlamak için ne kadar ideal olurdu… 

Bu başka bir hayat



Başka bir şehirde yapamam sandım, doğduğum büyüdüğüm yerden uzakta kalamam… İstanbul’u seviyorum, orda yaşamayı, o karmaşayı, yaşarken yorulmayı seviyorum. Bence İstanbul’da beni seviyor. Ama burayı da seveceğim, zamanla… Şimdi başka bir ülke’de onu aldatıyormuş gibi hissediyorum.

Bugün sekiz gün oldu. Daha önce on günden fazla yurtdışında kaldığım olmamıştı, en çok kardeşimi özledim. İnsanın görmek isteyip de göremeyince cidden zoruna gidiyor. Belki İstanbul’da olsam en fazla çıkıp bir şeyler içip laflardık birlikte, film izlerdik akşam olunca, ama küçük şeyler birikince büyük oluyor işte…

Burada hayat çok sakin, her şey yavaş ilerliyor. Yaşamak için kimsenin acelesi yok... Mantalite meselesi belki de her şey. Kafa yapısı farklı. İnsanlar geç uyanıyor, yorulmadan günü geçiriyor, her akşam sınırsız eğleniyor… Bir gün eğlenmekten yorulacağımı söyleseler çok gülerdim. Çok yoruldum, yemin ederim doğru. Bardakla içmek diye bir kavram yok burada, her şey çok ucuz, her şey bol, fazla… Zengin bir ülke değil aslında. Ülke demek çok komik geliyor minik bir ada sadece… Üstüne konuşacak çok şey var ama bu doğru.

Gördüğüm her şeyi yazmak istiyorum. Ahhh!! : )))))