20 Kasım 2007 Salı

gülümsedim

Sicim gibi bir yağmurun indiği boş sokaklarda kayboldum. Oysa yağmur yağmazdı bu şehirde sen beni yüreğine sarmaladığında ilk kez. Toz kokusu genzi yakardı. Gün, geceye geç dönerdi. Uzaktan uzağa konuşur, uzaktan uzağa büyütürdük birbirimizi dünyamızda. Ne aynı şehirde nefes alabileceğimiz belli o zamanlar, ne aynı ülkede… Kötüsünü düşünme derdin ya ben buğulu baktığımda, düşünmedim. Kötüsünü vermedi hayat bize. Seni yaşamam için bana şans verdi.

Hayat, beni sana emanet etmişti. Anne kucağının, baba sıcağının boşluğuna taliptin önceleri. Sonra açılan tüm boşluklarımı saran yine sendin. Öyle derin dokundun ki yüreğime, duam oldun, ruhum oldun. Yüzüne dokunmaya kıyamadığım…

Varlığın bir meltem gibi hafifçe dokundu yüzüme. Bir ömür dolusu hayal kırığı sere serpe yatarken içimde, -ellerinde kesilse birçok kez- ayırmadın düş acısı, aşk acısı, olmamışlık acısı diye topladın bir bir hislerimden.
Yokluğunu düşünüyorum. Seni bensiz bıraktığım zamanları. Açmadığım telefonları, yersiz serzenişlerimi, sonraları aldığım nefeslerin yetmeyişini, en içimde acıyan şeyin varlığını yok saymayışımı… Bir şey eksik ama diye başlayan cümleler, ellerimin hep soğuk kalması yokluğunda… Ellerim üşürken ruhum nasıl ısınabilirdi ki… Ağlayarak arayışım geliyor hatırıma ardından seni. Başka bir şehrin gecesinden seni arayışımı, gevelediğim birkaç kelimeyi… O zaman bile bana kıyamayan sesinle bana nasıl huzur verdiğini anımsıyorum. Nasıl çekip aldığını beni hayattan yeniden.
Hayat benim için zor geçmişti. Bana çocukluktan kalma izlerini anlattığında iki uzak insandık. Yuvada geçen günlerini, annenin, babanın seni almayı unuttuğunda tek başına beklediğin saatleri… Yarım cümlene ben devam etmiştim. “Gündüz oynamak için birbirini ezdiğin oyuncaklara bu kez dokunamazdın değil mi?” dediğimde bana bakışını, kimsenin anlayamayacağı o acıtan bakışını anımsıyorum. İlk kez aynı şeyleri yaşadığım birinin gözleriydi bana baka o bir çift göz, senindi. Herkesin gülerek cevap verdiği bu küçük ayrıntı beni acıtmıştı, biz yapmıştı yaşananları.
Şarta bağlanmış gibi her canım acıdığında aynı giysileri giyer, aynı yola döner, bir parça susar, bir parça yürürdüm. Ama böyle olduğunu fark etmem sanki hayatımla ilgili müthiş bir şeyi keşfetmişim hissi uyandırdı bende, gülümsedim. Her gün yürüdüğüm bu alelade yola sayısız anlam yükledim. İçimden bizim için bir avuç iyilik geçirdim.
İçimdeki aleve dokunsun istedim tenin. Gözlerin, gözlerimden okusun kendini… İstedim ki yağmur gibi içime yağ. Öyle temiz olsun yüreğim, öyle berrak olsun ki; içimde seni rahat göreyim.


1 Eylül 2007 Cumartesi

masal meseLa

**sıR 'a..

“Ne istedim biliyor musun?
Eller yukarı...!
Bu bir soygundur.
Halk kütüphanesinde geçti bir gün aklımdan
Hiç düşünmeden kalktım ayağa
Bağırdım sonra
Sonra..sonra..sonra..
Anladım ki hukuku düzeni bozanlar yazmalıydı aslında...”

Genzini yakan bir kokuyla uyandı. Uyanmayı en sevmediği saatte, en sevmediği şekilde. Kalın siyah perdelerini özenle seçmişti oysaki sırf bu nedenden. Sabahın ilk ışığını yüzünde hissetmekten haz etmezdi doğduğundan bu yana.
İnsanların bir çoğundan farklı olarak ümide anlam yüklememişti hayatında. Siyah kalın perdelerinin çapraz duvarında odasına ait tek dekor olan bir pano asılıydı.
“ Ümit mi? Ümit en son kötülüktür!”
Bu neydi şimdi dedirten bir his yaratırdı görenlerin aklında..

“Ümit en son kötülüktü evet. Pandora’nın kutusu açılıp Zeus’un içinde sakladığı bütün kötülükler dünyaya saçıldığı zaman orada son bir kötülük kaldığndan kimsenin haberi olmamıştı.”ÜMİT” O zamandan beri , yanlışlıkla kutuyu ve içindeki ümidi iyi şans olarak yorumladık. Fakat Zeus’un arzusunun insanların kendilerini işkenceye teslim etmeleri olduğunu unuttuk. Ümit kötülüklerin en kötüsüdür çünkü işkenceyi uzatır. “ *

Bir oda, yerde kitaplar,işlevsiz plaklar, kül rengi bir gramafon, tabure köşelerinde özensiz çıkarılmış birkaç parça kazak pardesü..
“Gitmek” kelimesinin hayatında bir yansıması olmayan kimse gördün mü? Ardında bırakmak , arkada kalmak, arkasından bakmak ya da...?
-“Gördüm evet!” diye sert bir çıkışla kalktı doğrulduğu yatağından.
-“Gördüm ya sende!”dedi bu kez , aynadaki belli belirsiz suretine.
-“Gitmek senin gibiler için önemsiz değil mi?” Sanki küçümser bakışlar attığı kendisi değildi. Arkasında bırakacak bir şeyleri olmayanar gitmekten, terk etmekten korkmazlardı çünkü.
Her temas iz bırakırdı ruhta. Bomboş ruhlar boşa geçmiş hayatlardı. Amaçsız, sevgisiz , duygusuz geçen yıllar...
“Hayatın ne olduğunu bilmiyorum demek yersiz olur ama benim dünyamda yarattığı izlenim koca bir boşluk..” diye geçirdi fikrinden..
Bir anlamı yoktu, bir boşluktu evet diyerek göz göze geldi bu kez suretiyle. Çünkü ben çimen kokusunu içime çekmedim. Ters akıntılarla dolu bir labirentte yolumu kaybetmedim. Yüksek topuklu kadınlar girmedi hayatıma. Günahın kendi ekseni etrafında dönen suretinden hiç haz etmedim.
Hayat herkes için aynı şeyi ifade etmek zorunda hissetmedi kendini. Bazısına gücü, bazısına egoyu, bazısına boşluğu tattırdı. Başını kaldırıp ona hesap soran çıkmadı. Ya da çıkan, hayatı değiştirecek gücü sihirli değneğinde bulamadı. Hayatın anlamını sorgulamaya odakananlar ise ana rahminde doğmayı bekleyen bebek kadar sabrı ortaya koyamadı. Ne gökten yere üç elma düştü ne de filmin esas oğlanı masum prensesine kavuştu.
Ayağa kalktı , kendi etrafında birkaç adım attı. Masadaki kül rengi gramafonu yokladı. Duvardaki panoya uzun uzun bakıp , ümitle olan düşmanlığını tazeledi birkez daha. Yüzüne nadiren yerleşen gülümsemesiyle içinden bir iyilik geçirdi. Kabus karası perdelerini sonuna dek açtı. Sabah yüzüne vuran güneşle uyanmayı diledi ilk kez, gecenin koynunda dalarken uykuya...

* Nietzsche

8 Temmuz 2007 Pazar

bomboşluk..

İlk kez geçmiyorum bu yollardan. Bu kaldırımlarda defalarca kez yürüdüm, başımı çevirip iskelenin bu parçalanmış merdivenine ilk kez bakmıyorum. Bir çoğunda kendimi yakın bile hissetmiştim o parçalanmışlığa..
Aklımdaki onca şeyi çözümlemek için bir umutla gelip oturduğum,her şeyi sorgulayıp ta bir o kadar umutsuzlukla geri döndüğüm aynı sahilin aynı bankında oturuyorum.Bu kez diğerlerinden bağımsız, apayrı soru işaretleriyle dalıyorum denizin seyrine.
Yüzümde aptal bir gülümsemeyle doğruldum, fark etmeden iki büklüm olduğum bankta. Burada en son oturup bir çözüm aradığımda duyduğum endişeydi yüzümü böyle gülümseten. Acaba onu arayıp “uykumu geri ver!” deyip cevabını bile duymaya fırsat vermeden kapatsam telefonu anlar mı ben olduğumu diye düşünmüştüm... Ve yüzümün kasları, onca zaman sonra yüzüme kapattığı kapıları anımsamamın verdiği belirsiz bir duyguyla tekrar gevşedi..
Kaç yıl geçti kim bilir üstünden.O zamanlar içim aynı duyguyla dolar, aynı duyguyla taşar ve o aynı duygudan başka duyguya geçit vermezdi...Şimdiyse bu boşluğa, bomboşluğa sığamıyorum.
Tam da bunları mı düşünmeye geldim buraya diye aklımdan geçirip, kafamdan geçenleri, asıl geçmesi gerekenlerle değiştirmeye çalıştığım anda tokat gibi yüzüme çarpan o keskin kokuyla, onun kokusuyla irkildim oturduğum yerde. Üzerine yazdığım tüm yazılar, yaşanan tüm ayrıntılar,sesinin tınısı beynimde şok etkisi yarattı...Yıllar boyu artık benim için bir şey ifade etmiyor ki deyip avunduğum tüm detaylar hemde en ufak ayrıntısına kadar beynimde eski yerini aldı.Hiç yol alamadım mı diye sorgulamak, acaba unutamadım mı diye şaşırmak, özlemek, pişman olmak ve adını koyamadığım bir çok duygu aynı anda hissedilince nefes almak ve yutkunabilmek biraz zor oluyormuş anladım..
Kalp atışlarımın kalbimi yorduğunu hissettim. Yaşanan her şey geride kalmıştı. Çok, çok geride üstelik..Eğer karşılaşacağım gözler onlarsa bile aslında konuşulacak birkaç cümle bile kalmamıştı..O olsa ne yapardım..?Nezaketen birkaç cümle kurmalı mıydım?.. Bunları düşünemedim.. Doğruyu sorgulayamadım..İçten gelen bir güdüyle başımı hafifçe arkaya çevirdim.Ona yöneldiğimde tanımadığım bir çift gözle karşılaştım.
Evet , biliyorum..
bir tek kokuydu geçmeyen zamanla..
ve her duyulduğunda biraz daha keskinleşen..
Buğulu bir gülümsemeyle baktım yüzüne, ilk kez gördüğüm o bir çift göze, yılların anısını, acısını, gülümseyişini, izini yükleyerek…

6 Temmuz 2007 Cuma

hoşçakal niyetine..

ellerinle kapatamazsın duygularını..
yüreğindeki boşluğu bir başkasıyla dolduramazsın..
görüyorum yalnızlığını.nefes alışlarını tanıyorum..
mutluluk değil gözyaşlarının sebebi.
ispatlamak zorunda değildin bir şeyleri..
zor olmak istedin.ama sahip olduğun her şey akıp gidecek.
bir boşluk kalacak sadece benden sonra ellerinde.
gücün kalmayacak bundan sonrasını yaşamaya.
geçmişi sorgulamak canını acıtacak..
hiçbir şeyi kaybetmemiş olmayı dileyeceksin..
yüreğindeki yara kapanacak belki ama,
izini hep içinde hissedeceksin..

adı yok bahar'2004

ama yoktun

bilmiyorum..ama gittin..
hayatından bir sayfa daha çevirdin ve gittin..
güzeldin,üzgündün,yorgundun.
uzak bir baharı kovalamak yormuştu seni.
özlediğin bahar gözlerindi oysa.
sen her şeydin, her şey sendi.
gözlerin ömre bedeldi.
güzelliğin şarkılardı,şiirlerdi.
zordun sen,severdim zoru.
ama yoktun..
ne zaman gelsem sana sen yoktun.
ziller çalıyordu,çığlıklarımı duyuyordum
ama sen bilmiyordun.
denizlerin ardından duyuyordum nefesini.
sen bir adım geliyordun,ben koşuyordum sana
ne istediğimi bile bilmeden koşuyordum..
bitti..bir anda her şey oldu ve bitti.ardında bıraktılkarın engel olmadı sana.
sen gittin,ben ardından her şeyi hiç edişini izledim..

adı yok kış'2003

10 Haziran 2007 Pazar

..SUSMALAR..

“Elini ver dedim sana!” diye ikincisinde daha yüksek bir tonla tekrarladı çocuk. Kıza baktı ve o bakışları yıllar boyu yerden toplayamadığı için kendini suçladı. Bunu ona söylemeyecekti elbet. Hiç yapmamıştı ki daha önce.. insanın canını acıtmayı , gururunu incitmeyi güçle karıştıran, öyle olduğuna inanan bir kısım insan gurubunda küçük bir halkaydı oda. Bağırdığında daha iyi dinlendiğine kendini o kadar inandırmıştı ki, aksini ispatlamaya çabalamak zaman kaybıydı.Zamanın kaybolması, ve kaybolurken seni de alması. Her boyuttaki zaman dilimi kayıptı. Dakikalar ya da saniyeler ne fark ederdi ki?.. Günlerini sırf zaman geçsin diye bir kucak saçmalıkla geçiren biri bunun önemini nereden bilebilirdi ki? Bilemezdi elbet. Çocukta bilmiyordu haliyle..Adeta yerdeki taşları sayıyordu kız. Yüzü ifadesiz , duyguları belirsiz. Ağlasa ya , bağırsa ona, akıtsa içine sızan gizemi. “işte hep bu yüzden” diyebilse, rahatlayacak. Yok susuyor, sanki yerdeki taşlar bitecek, olmaz sayıyor itina ile. Kenarı köşesi kırılmış olanları, hepsi gri iken araya konmuş kırmızıları kaçırmıyor dikkatinden. zaten hep böyle olurdu ona. Ne zaman tahammül çizgisini aşan bir durum olsa, saçma sapan bir şeylere yoğunlaşırdı dikkati. Ne kadar gereği olmayan ayrıntı, soru işareti varsa anlaşmışlar gibi beyninde toplanırdı.“Sus!” dedi düşüncelerine ani bir tavırla. Bu tepkiyi sesli olarak verdiğini çocuk “efendim?” dediğinde fark etti.Ona kurmamıştı aslında bu dünyanın en küçük cümlesini..Bakmayacaktı yüzüne. Çocuk soracak, o susacak. Çocuk ikinci kez daha yüksek bir tonla soracak , kız yine susunca kıyamet kopacaktı… Alışmıştı aslında bu döngüye. Kendine inanamıyordu böyle zamanlarda. Burada ne işi vardı? Bu kaldırım taşlarında yürürken , karakterine bu kadar zıt bir adamla ne gibi bir işi olabilirdi? Etrafındaki bilimum insana istemediği bir konuda “hayır” diyebilmeyi, hayatımda bulunmanı istemiyorum diyebilmeyi en iyi şekilde becerebildiği için kendisiyle övünmüyor muydu? Ama ona gelince iş, tüm imkansızlıklar siliniyordu dilinden. Her şey düğümleniyordu. Ne gidebiliyordu ne de kalabiliyordu.. Gitmek ve kalmak.. Siyah ve beyaz. İkisi de acıtırdı canını. Ama böyle tek bir cümle içindeyken her ikisi hiçbir acıya benzemiyordu bu belirsizlik, arada kalmışlık..Ne gidebildi onca zaman, hayatından onu çıkarabildi ; ne de onunla kalıp ona ait olabildi. Tutku muydu bu? Evet oydu.. Kan rengiydi, acıtıyordu onu. Dikenleri batıyordu ruhuna. Onsuz nefes alamamasının ve onunla nefes alamamasının, onsuz mutlu olamamasının ve onunla mutlu olamamasının sebebini aramaktan vazgeçtiği iyi olmuştu. Kendini bir paradoksun çözümüne adamak zaman kaybı değil miydi? O çok değer verdiği zaman kırıntılarının toz olup uçmasının şimdi yeri miydi?Bu inanılmaz bir duyguydu, muhteşem bir felaketti. Duvara gireceğini bilmek ve yinede gaza basmaktı. Dudaklarında tebessüm kendi yıkımına doğru koşmaktı. Bu programlanmış tek hüsrandı. Peki tüm bunları biliyor olmak neyi değiştiriyordu insan hayatında? Ben söyleyeyim. Hiçbir şeyi..!!Vermedi elini kız, konuşmadı da..Tek kelime etmemek için adeta birine sözü vardı. Bu oyun kaçıncıya sahne alıyordu, sayısını bile unuttuğunu düşündü.. Artık sahneler birbirine karışmayacak kadar ve repliklerse asla unutulmayacak kadar yinelenmişti en az. Birazdan nasıl konuşup olanların tatlıya bağlanacağını da biliyordu. Yüzündeki belirsiz ifade pişmanlığa daha yakındı. Bildiği tek bir şey vardı ki bugünü doğuran dündü, ve hep susmaların bedelini ödüyordu..
bir anda
cehennem alevi gibi
bir alev yükseldi
sonra,
bir çocuk çığlığı
al yanakları bembeyaz kesildi
akmadı gözyaşları...

16 Mayıs 2007 Çarşamba

..DÜNYA SİHİRLERLE DOLUDUR..

Ateşi söndürdüm.zaten pek bir cılız olan bir parça aydınlığı da baş parmağımla işaret parmağımın arasına alıp yok ettim..sonra büyülü bir sanat eseri gibi ardında yalnız kalan mumu izledim uzun uzun. insanın içini burkan bir koku sardı salonu. biraz uzağıma düşen DVD’inin kumandasına dokundum,bir film oynamaya başladı..gözümün gördüğü birbiri ardına dizilen film kareleri, burnuma gelen koku anlamsız bir vicdan azabı tadında, aklımdan geçenlerse bambaşka bir senaryo..ateşinden mahrum bıraktığım mum bana seni anımsattı.beni kendinden mahrum bırakışını.. ben ardından izledim mumu uzun uzun, peki ya sende beni izlemiş miydin? yüreğime acıyan gözlerle bakmış mıydın? bilmem?...duygularını göstermeyi sevmezdin.yüzüne bakıldığında ne görünüyorsa hep aksini hissetmeyi severdin sen..insanın sinirine dokunan bir ukalalığın vardı görünüşte ama kendine pek güvenmezdin görünenin aksine. insanlarla fazla konuşmazdın, gece belli belirsiz saatlerde uykumu bölerdi sesin.. kimseyle konuşmadıklarını kendine anlatırdın ve ben hep tesadüfen şahit olurdum duyduklarıma.. hep inanamazdım dilinden dökülenlere. ve hep bana gösterdiğin yüzüne inanmaya mahkum olurdum..gücü sevmezdin insanların sandığı gibi.. senin de pişmanlıkların vardı. kimi zaman vicdanın seni de uyutmazdı.içinde yok olmasına izin verdiğin bir çok ayrıntı vardı.ama yaşamın trajedisinin aslında ölüm değil de , yaşarken içimizde ölmesine izin verdiklerimiz olduğuna inanırdın.. hayatında anlamsız bir tezat hüküm sürerdi. sahip olduğun her şeyi, onu en çok sevdiğin zaman bırakmayı severdin. söylesene, bana o cümleleri, en çok bağlı olduğun şeyleri bıraktığın zamanki gibi , beni de en çok o zaman sevdiğin için mi söylemiştin..?? dağa tırmanırken tüm yol boyu hayalini kurup, sırtında taşıdığı bayrağı zirveye gelince uçurumdan aşağı bırakmaktı bu.. beni de uçurumdan bıraktığın gibi avucunda buruşan o bayrak gibi..."bazen ne yaparsan yap olmuyor.." dilinden dökülen son cümleydi bu.. içimi burkan yada ısıtan, söylediğin her kelimeyi dinliyordum. ağzının kıvrımlarına, gözlerindeki buhran dolu bakışa ,sana ait olan tüm ayrıntılara bakıyordum gözümü kırpmadan..belki son kez bu kadar yakından hissedecektim nefesini.sesini duyabilecek miydim yeniden bilemeden bakıyordum yüzüne..hissettiğim şeyi yapma diye yalvaran gözlerle..ardından söyleyeceğin şeyi hiç bu kadar sabırsızlıkla beklememiştim..ve hiç bu kadar gelmesini istemediğim bir an daha olmamıştı aynı anda..bu nasıl bir ikilem..istemek ve istememek bu kadar aynı..bu kadar iç içe..yüzüme baktın ellerinin arasına alıp ve sonra ateşi söndürdün. hiçte cılız değildi benim aydınlığım oysaki.. ama sen yinede iki parmağının arasına alıp yok ettin beni.ardımdan dönüp uzun uzun izledin mi onu bile bilemedim..gözümün önünden kayıp geçen bir film var, kulaklarımı kendi sesime kapadığımda gerçek hayatın yansıması olan ve o zihnimden silinmeyen replik..
"dünya sihirlerle dolu..
sihirbazlar şapkalarından parlayan yıldızlar çıkarırlar,
peygamberler denizleri ikiye ayırırlar ,
büyücüler bir şeyler yaratıp yok edebilirler..
ve sen tek bir gülüşünle bütün dünyayı ters düz edebilirsin... "
içten gelen bir güdüyle bir kibrit çaktım ve o söndürdüğüm parmaklarımla mumu tekrar yaktım.. ben söndürdüğüm ateşi telafi ettim, belki sende edebilirsin diye fikrimden geçirdim..bu senin için imkansız değildi biliyorum..çünkü sen tek bir gülüşünle bütün dünyayı ters düz edebilirdin...

TILSIM

**ömrümün yarısı'na..

Anahtarı iki kez çevirdim deliğinde. Başımı hafifçe uzattım içeri ve içerdengelen karanlığa hep sana seslendiğim tonla seslendim ‘ Ben geldim! ’ Ayakkabılarımla kapıda ayrılıp salonun iki adım ötemde duran ışığına dokundum. Hep oturduğun duvarın dibine baktım. O, yapmayı en çok sevdiğin şeyin, yap boz’larının başucuna..Hani bir sigara yakıp yanında saatlerini geçirdiğin o küçük parçalar. Zaman zaman beni kıskandıran bu sevgin için ‘Yerine koyduğum her parçada kendimi tamamlıyorum’ demiştin bir seferinde.Sonra üstünden düşüp durduğumuz ama bir türlü onu yerinden kaldırmaya kıyamadığımız pötikareli tabureye, saatlerimizi geçirdiğimiz koltuklarımıza,elinde kupayla çay suyunun kaynamasını beklediğin mutfak parkelerine baktım uzun uzun.. Sessizliği bozdum şarkı listesine dokununca. Sana birşeyler yazarken düşündüm ki yaşamak yazmaktan daha zor. Ve herkesin aksine biz onca şeyi yaşayabilmişiz de kelimeler, anlatmak için az gelmiş.Gülümsedim küçük mektubuma başlarken. Sonra ben sustum, konuştu kelimeler…
Karanlıkta bulmuştuk birbirimizi, canımız en çok acırken. Tüm kılıçlar çekildiği sırada önümde durandın sen. Beni arkana saklayıp korurken sarılmıştık hayata ve birbirimize.. Aramızda isimsiz bir tılsım vardı. Her defasında beni düşündüren, imkansız dedirten bir tılsım. seni bana bağlayan neydi? Hep kilometrelerin aramızda durduğu bir yakınlıktı. Yalnız başına küçücük bir evde uyuyamadığın her gece bende uyuyamazdım senden habersiz. Ağladığını hissederdim annenin çocuğunun gözyaşlarını hissettiği gibi. Aynalara bakıp saatlerce susardın. Sonra bir çığlıkla yere dökülürdü kırılan parçalar.. onlara dokunamazdın yap bozların aksine. Bu kez parçalanmaktı o küçük parçalar senin için, kendini tamamlamak değil.. bir sabah ağlayarak seni aradığımda rüyamda seni bir binanın 6.katından düşerken gördüğümü söylemiştim.. sen sessizce dinlemiştin beni, buz gibi. Ve ancak sonraları öğrenmiştim binanın 6.katında oturduğunu ve o gece ölümle yaşam arasında çok fazla sıkıştığını..
hayat bizim için zor geçti biliyorum. Sınavlarla ve yenilgilerle..
ama geçti işte..
geçti..
Ayları sayıp ,günleri, dakikaları sayıp geçirmiştik o seneleri. Her detayını düşündüğümüz evimizin koltuklarında oturup bugünlerden bahsedecektik. Hayatımızın her saniyesini nasılda hakettiğimizi görecektik her seferinde. İnsanın uzun seneler sonunda torunlarına anlatmayı hayal ettiği hikayelerden biriktirecektik. Gözlerin bulutlandığında, aklın bulandığında elini tutar, saçlarını severdim. Gözünden akan damlaları elimle siler, uyku ilacı tadında cümleler kurardım sana, seni biraz olsun gerçek hayattan uzaklaştıran.. Ve bazen öyle zor gerçeklerle yüzleşirdik ki bunları sana söylemek bir doktorun hastasına üç ay ömrünün kaldığını söyleyebilmesinden aşağı kalmazdı. Birkaç mumun gölgesinde geceleri sabah ederdik. Sen benim yarımsın, ömrümün yarısısın derdim minicik bir gülümsemen için. Geceler boyu konuşur, geceler boyu susardık. Sana sonu güzel biten masallar anlatmamı isterdin. Sonra içinde biz olan masallar kurar oynardık. Anılar başlar , anılar bitmezdi.Kanımıza dokunan aşk hikayeleri, içimizde söylenmeden kalan sözler,adresini bulmayan mektuplar uzardı gücü yettiğince.. Bir yolunu bulup kendimize suç bulduğumuz senaryolar yazardık zaman zaman. Başladığımız cümlelerin en savunmasız yerinde; aslında belkide öyle olmasaydı derken susardık. İçimizden tamamlardık sonra yarım kalan kısımlarını. Cümlelerimizi de tamamlardık sessizce, birbirimizi tamamladığımız gibi.. Her şey zamanını bekliyordu sanki. Hazırmışlar da aslında yaşanmaya, yalnızca başlama düdüğünü bekliyorlarmış gibi . Bir dilek tutup, saatlerce gökyüzünü izledim, kayan bir yıldız görebilmeyi bekledim. Hayatımdan çıkışın olmasın dedim içimden. Hep böyle ani gelenler ani gider ya, olmasın dedim..Yüzümüze vuran güneş uyandırsın her sabah bizi, hayallerimizde çizdiğimiz gibi..Ve koyduğumuz çizgilerin gerisinde durması gerekenler dokunmasın hayatımıza dedim. Dedim ki , hayat seni benden almasın yarım.. O hep düşüp durduğumuz taburede oturmuş sana birkaç satır yazmışım. Dörde katlayıp bir şeylerin arasına sıkıştırmışım. Bulduğunda gülümse diye.Gülümsediğinde gülümseyeyim diye…
*
adı yok bahar'2007