Günler bazen hızlı geçer bazen beklersin hiç ilerlemez… Bunun mevsimsel bir açıklaması yoktur her zaman. Ama öyle ya da böyle dünya döner… “Tabii acı çekeceksin, görmenin bedelidir bu. Tabii için korkuyla dolacak, yaşamak demek tehlike içinde olmak demektir. Büyümek zordur!”*
İnsan etten kemiktendi… Duygu kavramının bilimsel bir açıklaması yoktu. Adı konmuş birkaç hissiyat vardı sadece… Acımak mesela, korkmak, düşünmek vardı… Hissetmek vardı sonra…
Büyümekte çok zorlanıyorum. Eskiden her şey daha kolaydı. Okula başlamak büyük bir buhrana sokmuştu beni mesela, tüm gün sokakta oynamak yerine her gün önlüğümü giyip arkadaş olmam gereken bir sürü çocukla o sıralarda oturuyordum. Sonra bu durumu sevmeye başladım. Ortaokulun ikinci yılı başka bir şehre taşınmıştık ve yine büyümüştüm, tarifi zor bir hüzündü bu. Atlatmak diğerinden daha zor oldu… Ve hafızamın en derin üzüntülerinden biri lise hayatımın ikinci yılıydı hiç kuşkusuz. İnsan ilk aşkından ayrıldığı zaman dünya yeniden dönmeyecek sanıyor… Kimseyi yeniden sevebileceğine inanmıyor… Oysa dünya dönüyor, hafıza kötü olan her şeyi siliyordu yavaş yavaş. Geriye hep hatırlanası anılar kalıyordu…
Artık büyümek eskisinden daha zor… Artık çocukça bir aşk acısı ya da aile tartışmaları insanı eskisi kadar yaralamıyor nedendir bilinmez. Hayattan yaş aldıkça yaptığın hataların dönüşü zor oluyor sanırım. İç hesaplaşmalar acımasız, kelimeler kifayetsiz kalıyor… Hayatta para eden tek şey dürüstlük artık. Dürüst olduğun kadar kazanıyorsun.
İçimde büyük bir özlem var. Ne yapsam, kime sarılsam olmuyor. Uzun konuşmalar, uzun yazılar yetersiz… Buraya sığamıyorum… Dünyanın en güzel şehrinde yaşamaya doyamazken, kendime yeni şehirler bakıyorum.
Belki çok ülke görmedim daha, belki yeterince şehir gezemedim ama gittiğim her ülkede, her şehirde, her sokakta bir iz arıyorum. Bir koku arıyorum beni kendine bağlayacak. Bana çocukluğumun masumiyetini hatırlatacak tek bir tat bulsam ömrümü oraya serebilirdim… Ne garip oysa, kendimi bilmez yaşlarımda televizyona bakıp susam sokağını izlediğim o minik bedenimi arıyorum. Annemin getirdiği sıcak sütle kıyaslıyorum içtiğim her içeceği… Her şey eksik, her şey yarım adeta…
Evet, büyümek zordur. Yaşamak demek tehlike içinde olmak demektir tamam ama gözlerimi kapattığımda gördüğüm düşe kavuşmanın bir yolu olmalı… Düşümde gördüğüm şehri nerde nasıl bulacağımı bilmiyorum… Bulamamak, aramaktan daha yorucu…
Ah o koku için nelerden vazgeçerdim…
4 yorum:
Ne güzel.. Yalnız değilmişim... Deli olduğumu düşünürüm bazen 3 yaşimdayken sokakta delice oynadığım, ellerim kirlenmiyo hiç diye sokakta bulduğum bir pili parçalayıp elimi kömüre boyadığım günleri.. Legolarımı.. Babamla izlediğim çizgifilmleri..Ve daha bir yığın şey.. Hiçbir zaman geri gelemeyecek şeyler bunlar.. Ama bir umudum var biliyor musun? Belki büyüyüp anne olduğumda, benim çocukluğumdaki kadar güzel gelmiycek olsa da herşey,onunla biraz olsun geri dönebilirim çocukluğuma.. O sıcak sütü sen verirsin ona bu defa, birlikte hissedersiniz o kokuyu, o sıcaklığı.. Bir nebze çare olur özleme.. Neden olmasın.. :)
galiba bu duygularla açıklayabilirim bende, sık sık aynaya bakıp yüzümün hatlarının değiştiğini görmekten dolayı duyduğum şaşkınlığı... kaldırımda bir kız çoçuğunun oturduğunu gördüğümde sanki kendimi görmüş gibi yada onun hayatındaki bütün sırları bilen biriymişim gibi dönüp dönüp tekrar bakıyorum... Ama ne yazık ki kimseler hararetli hararetli kapımın ziline basıp oyuna çağırmıyor beni ... sonra içinde bir sıkıntı büyüyor insanın... öyle büyüyor öyle büyüyor ki hiçbir kıyafet uymuyor artık ruhuna...
ve o koku ah o koku... bazen duyuveririm bu kokuyu. Evet bu o, ta kendisi derim...
doğrusu bu kokuyu böylesine anan bir kaleme teşekkür etmek bir borçtur benim için... selametle kalın...
peki çocuk, ya şu soruyu sordun mu kendine? ya büyümek istemiyorsan... ya çoktan reddetmişsen büyümeyi de farkında değilsen... ya aradığın şehir "var olmayan ülke" de ise...
ama sen de biliyorsun, kandırma beni. o ülke yok. sen de biliyorsun, akıllısın, kaçış yok. sen de okudun, okumadın mı, okudun da inanmadın mı yoksa? biliyorum, inanmak istemedin. demedi mi sana kavafis "bu kenttir gidip gideceğin yer. bir başkasını umma- bir gemi yok, bir yol yok sana."
bunu da sormuşsundur ya çocuk, madem hak görmüşüz kendimizde bir katkıyı mevzuya, hadi bir soru daha sana: büyüyenler nasıl büyüyor? onlar acı çekmiyor mu? onlar dürüst değil mi? aslında var ya, haklısın! onlar sadece yapmaları gerekenleri yaptılar diye büyüdüler. sana da dayattılar, biliyorum, çünkü bana da dayattılar. ama dürüstlük dedin ya, sen sana, ben bana dürüst oldum diye hep böyle oldu. evet onlarınkinden daha gerçek olacak mutluluğumuz, ama bedeli de acısıydı, itiraf edelim çocuk, bilmiyor muyduk böyle olacağını? bal gibi biliyorduk da, bilmemezlikten geldik. ya da o kadar istedik işte, her pahasına değecekti hayalimiz.
hep mi kötü? değil tabi, yoksa niye devam edelim? devam ediyoruz, çünkü biz düşlerimizle güzeliz. bulamazsak bulamayalım, anlamazlarsa da anlamasınlar, anlamasınlar. bırakmasalar da ben döneyim kasabama, bir balıkçının yanına yamanıyım, izin vermeseler de bana, ben de inatçıyım anasını satayım. ben de reddediyorum büyümeyi, değişmiyorum, başka bir şehir yok belki, ama burada da denizler var açılacak. taviz vermiyorum kendimden. taviz yok! şimdi söylesene çocuk; mesele büyümek ise, kim daha büyük, biz mi, onlar mı?
Şans eseri uğradığım blogunda, bu yazıyı okumadan geçemedim.Gerçekten belirttiğin dönemi çok iyi betimlemişsin...
Küçükken çevremize bakıp hemen büyümek, kendi başımıza hareket etmek isterdik. Ama şimdi, o mertebeye ulaşınca yeniden eskiye, küçüklüğümüze dönme arzusu oluşuyor insanda. Sanki hayatın anlamının biz küçükken var olduğuna, sanki bundan sonra yaşanılacak günlerin bir anlamı yokmuşçasına...
Yorum Gönder