13 Aralık 2008 Cumartesi

gökyüzünü avuçları içinden toplayan iki çocuk

Ellerini uzandığı kadar açtı uyanınca. Gözleri kapalıyken henüz, sesi olduğundan çatallıyken üstelik, parmaklarını birbirinden tüm gücüyle ayırarak gerdi bedenini. “İşte hissedebileceğim en soğuk sabah!” dedi. “Sıcak bir kahve içmek için, elimin altındaki polara sarılmak için, canımın tropik meyveler çekmemesi için en uygun sabah… “
Yaşına göre cılızdı biraz. Sıradandı boyu posu. Özensiz giyinir, saçlarını bal rengi tokasıyla derler, gevezelikten pek haz etmezdi.
Doğruldu yatağında. En sevimsiz sesiyle ve bir o kadar yüksek sesle bir şarkı söylemeye başladı. İki kelime söylüyor biraz haline gülüyor sonra devam ediyordu. Tek hamlede ayaklandı. Suretini yadsıyan bir bakışla -ama aldırmadan- devam etti yarısını kafasından uydurduğu sözlere. Hızlıca giyindi ve sokağın başındaki küçük motosikletine varana kadar mırıldanmaktan vazgeçmedi. O hep beğenip durduğu çocuk “bir vespa için neler vermezdim” dedikten hemen sonra ilk işi olmuştu bunu almak. İlginçtir ki çocuk için heyecanlanmamıştı o koltuğa oturduğunda heyecanlandığı kadar. Üstüne üstlük bir oh çekmişti, sadece motora sahip olduğundan için.
Ağır ağır yola koyuldu. Sahil yoluna döndü. Hissedebildiği en soğuk sabah da olsa, derinine çektiği nefes genzini dondurmadı. Masala sığınmasına anlar kaldığından bihaber seyrine doyamadığı denize baktı. Gözüne saniyenin onda birinde ilişen o yüz iyiye mi işaretti?
Birbirlerini yol kenarında buldular. Kuşkusuz şanslarının günüydü. Avuçlarının içinde gökyüzü bulunuyordu. Kaderin bir hediyesi. O zaman neden yarını düşünsünler idi.
Boyu kızdan biraz uzundu. Saçları biraz dağınık biraz sıradanlıktan uzaktı. Gözlerini bir tek an ayırmadılar birbirlerinden. Öyle ya kaderin bir hediyesi değil miydi o an? Diline dolanan şarkıya devam ederken gülümsedi yeniden. Kafasından attığı sözleri düzeltti çocuk. Hızlı hızlı indiler yokuştan aşağı. Ahşap eve saklandılar. İkisi de henüz çocuklardı. Birbirlerini yol kenarında bulan... Uzun uzun anlattılar susmadan… Gökyüzünü avuçlarının içinden topluyorlardı, aynı kaderlerini topladıkları gibi. Yarını düşünmekten vazgeçip…
Sessizlik bozuldu çoğu zaman. Bakışları soğuğu kırmış yanaklarını bile kızartmıştı. Kim olduğunu anlamaya çalışırken, onun bir hediye olduğunu da düşünüyordu aynı anda. Hayallerinin şehrinde bir teras katındaydı şimdi. Gözlerinin kaçırarak baktığı bir çocuktu duran karşısında. “Yarın” dediğinde çocuk kıza, “yarın ayrılıyorum şehirden” dediğinde kırmızı yanakları buza bulanmış gibi ayrıldı renginden. Gün bitiyordu acımasızca. Şanslarının günü bitiyordu. Her biri kendi yoluna devam etti. Kaderi selamlayarak. Geldiği yere döndü, bulutların içine, kız yürüyerek dönmeyi seçti. Ne olduğunu anımsamadan, nasıl geldiğini hesaba katmadan öylece sessiz yürüdü yol boyu. Yarım şarkısına aynı yanlış sözlerle devam etti.

3 yorum:

Unknown dedi ki...

bütün güzel hikayeler hüzünle bitmek zorunda mıdır? belki de.. budur bizi özgür kılan...

Adsız dedi ki...

hikayelerin sonu hüzünle bitmese bizi bukadar bağlamazdı bence

İlkay_ivrendi dedi ki...

Biz hiçbir hikayede hüzünlü bir taraf olmadan mutlu son yaşamadık ki...