27 Aralık 2009 Pazar

İyi Yıllar...



Geçen yıl bu vakit ne yapıyordum mesela, üstüme neler giyiyor, hangi filmleri izliyordum? Hangi kitabı okuyordum, kimleri özlüyor, zamanımı nelere harcıyordum bu vakitlerde?...
Büyük bir korku kapladı içimi. Hayatımın bir yılını daha kaybediyorum… Hayatımda neleri tamamlayabildim diye düşünüyorum.
İnsan hayatı her daim yarımdı oysa… Yaradılıştan bu yana sevgiler hep yarım, mevsimler, hayaller, yazılar, rüyalar hep yarımdı.
Elinin değdiği her şeyi insanileştirdin. Her şeye can verdin. Yeni evine yerleşme heyecanı, bir yazara ait okuduğun ilk kitap, filmlerini dizmek için özenle duvara monte ettiğin küçük raflar, dergiler, yeni elbiseler, sevdiğin insanlar… Eğer merhametin olmasaydı nasıl algılardın dünyayı? İnsaniyetine sığındığın geceler geçirdin. Kâbuslarından korkup uyuyamadığın geceler, hep ‘en uzun gece’ler oldu. Kış mevsiminin rehaveti çöktüğünde sabrın zayıfladı. “Hava güzel olsaydı yapardın” lar arttı. Mevsim böyle zor olmasa sokakta gözünden kaçmayacak şeyler kaçırdın…
Bir şeyler kaçırmak… Bir ömrü kaçırmak, mesafeler yüzünden sevgileri kaçırmak, özür dilemekten gocunduğun için arkadaşlığı kaçırmak…
Koca bir yıl… Bunun gibi yirmi iki tane bırakıp yenisine başlamak ne kadar huzur vericiyse o kadar da pişmanlıkla dolu.
Yeni hayaller, yeni fikirler, yeni insanlar.. ‘Bu yıl her şey başka olacak’ her yeni yıl gibi. Radikal kararlar alacaksın, yapamadığın şeyleri yapacaksın, unuttuğun dostlarını hatırlayacaksın, yeni yıl kartları yazacaksın, hatta uzak durduğun kalemine yeniden sarılacaksın… Bu yıl her şey başka olacak…
Sahi bu cümlenin hakkını verdiğin hiç oldu mu?

İyi yıllar…

30 Eylül 2009 Çarşamba

masallar(ım) eskide kaldı...



Artık kırmızı başlıklı kız masalları dinlemiyor olmak beni eksiltiyor... Hayal gücümün daraldığını hissediyorum. Küçükken bebeklerle hiç oynamadım, arkadaşlarım bebeklerinin evlerini kurar, onları ailelere katardı. Ben iskambil kâğıtlarından evler, okullar yapar, birinci sınıftan kalma fasulyelerimi, oyun çubuklarımı da içine koyar hayali hayat hikâyeleri yazardım.
.
Henüz ilkokul üçüncü sınıftayken kendi dergimi hazırlamıştım. "ezgi'den size"... Taze okuma yazma becerimle, boyumca ansiklopediler okur, bilgiler süzer, dergime koyardım. İnternet yoktu o zaman. Babam en yüce bilgi bankamdı. Hayatta en çok yanında olmak istediğim insandı. Boyum bir metreye varmamışken henüz, her akşam beni kucağına yerleştirir, masallar anlatırdı. Hep aynı kahraman, hep o başı beladan eksik olmayan aynı tilki... Yıllar boyu hiç bıkmadan dinledim. Babamı heyecanla bekler, beni kollarıyla sardığında gözlerimi kapatıp kendimi o meşhur ormanda farz ederdim. Orman nice mevsimler geçirdi, orman yağmurlar, soğuklar, ayazlar geçirdi.
.
Benim boyum 150 santime vardığı yıl, ilkokulu bitirdiğim yıla denk geliyordu. Babam artık öğretmenim olmuştu. Aynı okulun koridorlarında yürüsekte kollarına kendimi bırakmam yasaklanmıştı. Evde değişen bir şey yoktu, gün be gün azalan masallarım dışında...
.
Bugün boyum tam 171 santim. Yıllar oldu tek bir akşam bile kucağında uyumayalı... Ömrümün en tatlı kollarıydı onlar, yokluğunun telafisi olmayan sıcacık nefesi, bakışlarıydı. Saçları henüz beyaz değilken, sağlığı belki bundan daha iyiyken ve yılların ağırlığı henüz yüzüne çökmemişken...
.
Artık o masalları dinlemiyor olmak beni eksiltiyor. Hayal gücümün daraldığını hissediyorum. Üstüne üstlük artık hem babamın kucağına sığmıyorum hem de o tilkinin oynadığı gerçek masalı biliyorum. Her gece anlattığı farklı farklı masalların da uydurulmuş birer senaryo olduğunu... Değişen bu evet ama daha önemli olan değişmeyen şey, o adamın hayatıma işleyen sessiz sedasız sevgisi... Evleneceğim kimsede tek bulabilmeyi hayal ettiğim şeyi, merhameti...

2 Ağustos 2009 Pazar

Adı Yok 49 !!

Eski ve tozlu günlük gibi sayfaları aralanmış kaderin...
Örülmüş ağların bitmez tükenmez sancıları...
Seni bir sanıyla bana hatırlatan gümüşi anılar. Istakoz ve tuğlasız evler...Cilası akmış mobilya, boya zamanı yaklaşmış bir kadın, dondurmasından akanları düşmeden yere kurtarmaya çalışan çocuklar, uçurtmayla uçmayı hayal eden balıklar gibi çaresiz suretler...
Elden tutmak yerine, bırakıp giden bir kaderin ardından, soluksuz ve sonsuzca sıralanan lanetler... Yalnız kalmak yaz sıcağında ve umutsuzluğu düşmek... Bir kokunun burnunu yakması ve aslında bu konunun sana çok tanıdık gelmesi.
Bırakmak bir yana… Yaz akşamların da en çok bırakılmak acıtır insanı...
*

13 Haziran 2009 Cumartesi

ses

Mucizelere inanmak için yirmi iki sene beklemem gerektiğini bilmiyordum.
Birini sevmek gittikçe zorlaşıyor. Zamanla acılar, yaralar arttıkça, anılar hükmünü yitirdikçe insanın peşini bırakmıyor neden.. Beklentiler, arayışlar artıyor. Çocukluğumun masumiyetini kaybedeli yıllar oldu. Mucizelerden bahsedenlere usulca güldüm bunca yıl. Aslında matematiğe olan soğukluğumdan anlamalıydım hayatın kesin yanıtları olmadığını.. Şimdi küçük bir mucizeyle gülümsemenin şekli belirsiz tadı.. Aynı zamanda hem ışık hem karanlık gibi.. Biraz senle biraz kendimle gibi..
Kaçmakla olmuyor, nihayet anladım. Anılarımı kutular içinde saklayıp yüzleşmekten sakınan, hata ettiğimde dili özre gitmeyen, yollarını mantık rehberliğinde çizen, “güven” duygusuna küskün, doğruyu yanlıştan ayırmayı pek iyi becerdiğini sanan, sessizliği örtmenin çaresini partiler olarak gören ben, hiç olmadığım kadar kendimle çelişirken buldum kendimi.. Hala yeterince büyümemiş olduğumu mucizelerle gördüm.. Şimdi kendimle, geçmişimle, çelişkilerimle yüzleşebiliyorum.
Gül ki mucizelere ömrüm boyu inanabileyim.. Bana sessizliği ver ki, geceye cesaret edebileyim..

18 Mayıs 2009 Pazartesi

“cennet, onun olduğu yerdi… “


Kız uzun uzun baktı aynaya. Nefesi kesilmek yetersizdi bu hissi anlatmaya. Hassastı. Yarım asır uyumuş da bir buseyle hayata dönmüş gibi hissetti. Hayır, hayata dönmek mutlu etmedi onu.
- Ellerim titriyor! Ellerim diyorum… Titriyor.
- Nerden çıktı şimdi bu?
- Bilmiyorum. Bak! Uzattığımda sende fark ediyor musun?
Sessiz kaldı adam. Yaşı geçkindi. Çocukça geliyordu kızın düşünceleri. Oyuna meyli yoktu, belli…
- Hayır, görmüyorum, deyiverdi istem dışı bir tonla. Ne var bunda?
Saniyelik bir algıydı bu. Belki daha kısa… Erkekler kolay büyümüyordu tamam da bu kadarı da fazlaydı diye geçirdi.

Ellerini sarıp sarmalayıp ceplerine koydu ve kapıyı çekip sokağa, yolun başına kadar indi. Sarmal merdivenlerin başına gelince aklına kurduğu cümleler geldi bir an. Kamondo diye merdiven mi olur diyip gülmüştü. Sonra tüylerini ürperten rüyasını anımsadı. Hızlı hızlı indi basamaklardan. Hafızasının derinliklerine itmeye çalıştı ve sesli sesli konuşmaya başladı hatırına gelmesin tekrar diye.
Yazın gelmeye niyeti yoktu anlaşılan. Kara benzer bir şey yağıyordu. Çocukluğunu gördü yanı başından koşarak inen kız çocuğunda. Kar yağdığında başını göğe çevirip ağzını açar ve kar tanelerini yakalamaya çalışırlardı. İlkokula yazdırması için ağlamıştı babasına günler boyu, yaşı küçük ezilir diye çekinmişti genç baba…
Sonrasında oynamaya bol bol vakti olmuştu sokaklarda sene boyu… Başlarda üzülse de sonraları cazibeli gelmişti oyun… Artık oyun oynamaya hiç vakti yoktu, daha da kötüsü o günlerdeki neşesi ve oyun arkadaşı da yoktu zaten…
Soğuğu hissetmek güzeldir. İnsana yaşadığını hatırlatan bir gerçekliği vardır rüzgârın… İklimler boyu süregelen rehaveti yok eder. Keskindir sınırları. Acımaz, yok sayar çelişkileri. Karanlık gibi çöküp aydınlıkmışçasına bizden birine dönüşür… Şikâyet etmedi. Fazla da umursamadı. Hissettiği her ne ise pek memnun değildi. Yaşı yaşına pek de uymayan bu adamı seviyordu ve kimin ne dediğine takılmaktan vazgeçeli biraz zaman olmuştu. Yorgunluktan dizlerinin üzerine çöküverecek gibi tükeniyordu zaman zaman. Öyle zamanlarda adam kollarının arasına naif kızı özenle yerleştirir, büyüklere masallar edasıyla cümleler sıralardı ardı ardına. Kırıklarına iyi gelirdi, tüm ayrık otları beyninden sırasıyla arınır, taze bir gülümseme yerleşirdi yüzüne…
Yüksek sesle konuşmaya devam etti. Dik yokuşa geldiğinde elleri böğründe durakladı. Durdu. Sustu. Biraz üşümüştü. Biraz canı acıyordu hala. Adam umursamazdı. Adam ne istediğini bilmesine rağmen bunu anlatmakta güçlük çekecek kadar hissizdi. Ve oyunlar oynayamayacak kadar bitkin. Oysaki kızın simsiyah gözleri onun için parlıyordu. Varlığı onunla anlam kazanıyor, güneşin parladığını ancak onunla fark ediyordu..
Hayat neredeydi? Seslerin anlam kazandığı, kırmızının beyaza çaldığı, içinden geçenin sihir olmaksızın gerçekle bir olabildiği yer…

Sahi, cennet neredeydi…?

24 Mart 2009 Salı

çünkü zaman akar..


“Ahh kimselerin vakti yok, durup ince şeyleri anlamaya“ diyen Gülten Akın bu dizeleri yazarken neler hissetmiştir bilinmez. Ben bu dizeyi her nezaman geçirsem aklımdan derin bir düşünce kaplıyor içimde bir yeri.
Bunu bile bile yaptım. Hayatımın en küçük zaman dilimini bile kaplayacak meşgaleyi kendi önüme kendim sundum. Düşünmeye zamanım kalmasın diye.
Yarı baygın evime varıp kafamı hemencecik devireyim yastığa diye. Sonraları fark ettim ki zamanımı hemen her şeye cömertçe adarken ince şeyleri kaçırıyorum. Hayatımı özel kılan insanlara yeterince cömert davranmıyorum. Adaletten bahsederken adil olamıyorum…
Hayata yetişemediğimi görmek fena. Okumak istediğim kitaplar, izlemek istediğim filmler, görmek istediğim şehirler var. Saatler yetmiyor. Yüzüm düşüyor.
Geçtiğimiz günlerde bir film izledim. “seven pounds” Will smith’in başrolünü oynadığı o etkileyici senaryo evet.
“ Tanrı evreni 7 günde yarattı, ben ise benimkini 7 saniyede mahvettim” diye başlıyordu.
Uzun zamandır kendimi uzaktan seyrettiğim olmamıştı.. insanın kendini eleştirmesi zordur her zaman.. Yenilgileri, yaptığımız haksızlıkları, kırdığımız kalpleri hazmetmek zordur…
Ömrümden sayısız insan geçti, hayatımı başkaları için harcadım çoğu zaman, düşünceli gecelerim oldu, kalpler kırdım zaman zaman.. Ama şimdi düşündüğümde diyorum ki kendime, ben kötü biri değilim.. Beni tek rahatlatan bu. Kurduğum cümlelerde, yaptığım işlerde, attığım adımlarda kötülük yok.... İçim burkulurken boynuna sarılıp teselli etmemem kimseyi az sevdiğim anlamına gelmiyor aslında.. İnsan bazen her şeye yetemez öyle değil mi.. Bazen sevgisini çok gösteremez. Aklıma yine okuduğum kitaptan o cümleler geliyor..
“Saçmalıklar arasında kaybolup, hayattaki büyük sırrı çözemedik. Soru da cevapsız ve amaçsız kalakaldı. Nasıl yaşadın? Neden öyle yaşadın? Neyi yapabilecekken yapmadın? Başka bir yol, başka bir anlam arıyordun. Yanlış zilleri, yanlış kapıları çaldın, yanlış yollara saptın, yanlış insanları sevdin, yanlış yataklarda uyudun. Neden hayal ettiklerini, düşündüklerini bu kadar küçümsüyorsun?” (K.M.)
Şimdi başım dik aslında, büyük pişmanlılarım yok hayatta..
İnceliklere vereceğim değerler dışında..

4 Şubat 2009 Çarşamba

adi yok 47 cikti!

ADI YOK 47 / KIŞ '09
Yeni olan her şey mutlu eder seni, beni, herkesi…
Yeni bir yıl, yeni bir sayı, yeni bir mevsim.
Evet soğuk ama bir o kadar da güzel.
Camdan başını uzatıp kışı görüyorsun.
Bakışlarını ruhuna çevirip kendinle yüzleşiyorsun.
Hadi, ellerini kenetle birbirine ve sayfamı çevir.
Kelimelerimi hisset.
Kardan bir adamım ben şimdi,Yüzünü güneşe çevirmekten korkmayan…
Gel dokun bana!
BENİ OKU!!