16 Ekim 2010 Cumartesi

“İnsan ilk defa gördüğü birine ilk defa görüyormuş gibi bakmalı, hayretle…”

“İlk bulduğum biletle çıktım yola. Gece uyumadan önce bir kitaptan bahsetmiştim ya, onun etkisinden çıkamadım sanıyorum. Bir felaket hissiyle uyandım şafak vakti, iki parça eşyamla gidiverdim. Eve vardığımda her şey yolunda görünüyordu. Aklımdan geçenleri söylemedim elbette, adamcağızı yok yere kendim gibi huzursuz etmenin âlemi ne?”
Telefondaki ses susacak gibi değildi, sanki beni görüyormuşçasına başımla evetledim söylediklerini. Nezaketen birkaç kelam edip kapattım sonra. Herkesin hayatı kıymetli, edecek uzunca lafları var. Düşündüm, benim uzun cümlelerim yok. Bir sefer bana demişti ki:“Sessizsin. Etrafına saçtığın çok rengin ve sesin var, ama sen aslında sessiz birisin. Çok arkadaşın, dostun, çok işin var her zaman, çok sosyalsin, ama insanların fark edemeyeceği kadar da kapanıksın içine. İşte tam da bu yüzden yazılarında çok farklı lezzetli bir tat oluyor. Çünkü kendinle çok baş başa kalıp, çok konuşabiliyor ve çok düşünebiliyorsun. Kaleminle yazdıklarına hayran kalıyorlar sonra.” Böyle söylemişti mektubunda. Önce bana kırgın sandım, vakitle beraber ben kendimi daha iyi anladım. Kalabalıktan ne denli korktuğumu, aradığım şey her neyse onu kendimden uzakta bulamayacağımı ve sessizliğe olan düşkünlüğümü ölçtüm tarttım. “Ebe bilir ki sancı çekilmeden doğum olmaz, ana rahminden bebeğe yol açılmaz. Senden yepyeni ve taptaze bir ‘sen’ zuhur edilebilmesi için zorluklara, sancılara hazır olman gerekir.”
Kırmızı ışığı fark etmemişim, ani fren sesiyle irkildim, mahçubiyetle başımı eğip yürümeye devam ettim. Günler bazen düş kareleri gibidir, yaşananlar gerçek mi ayıramazsın. Öyle bir günün içinde buldum ki kendimi düş mü gerçek mi ayıramıyorum. Bir kahve aldım yol üzerinden, saatim son on dakikamı işaret ediyordu son saniyelerin içinde yetiştim vapura. Birden bana gecenin gürültüsünde kurduğun cümle geldi aklıma “İnsan ilk defa gördüğü birine ilk defa görüyormuş gibi bakmalı, hayretle…” kendi kendime gülüyorum diye yanı başımdaki kadıncağız huzursuz oldu. Olsun. Denize öylece bakmak oldum olası hüzünlendirmiştir beni. Hüzünle indim vapurdan, yürüdüm biraz, yakındı evim. Apartmanda merdivenler ilk kez uzun geldi bana. Mektubunu gördüm kapı aralığında, artık umudu kestiğim, geleceğinden şüphe ettiğim o minicik zarfı. Elime aldım, uzun uzun baktım. En nihayetinde kapının eşiğinden geçip oturdum yere ve ilk defa görüyormuş gibi baktım ona, hayretle
  "Bu sabah erken uyandım, hala dün bana yazdığın mailin etkisi üzerimdeydi, çünkü seni düşünerek uykuya dalmıştım.. derin bir uykuydu bu geceki.. uyanmadan anlar önce seni görmüştüm rüyamda tekrar.. nedense çoğu zaman rüyanın konusunun ne olduğunu hatırlayamıyorum.. ama senin rüyamda olman bana yetiyordu bu sabah, o sıcak varlığını o anlık hissetmem bana beni bekleyen gün için lazım olan gücü veriyordu.. panjurlar sonuna kadar kapalı olmasına rağmen dışarıda günesin beni beklediğini hissettim.. kahvemi içtim, reçelli ve ballı ekmeğimi yedim, kendimi sokağa attım işe doğru.. buz gibi rüzgar esiyordu, nefesim bir an için kesiliyordu.. Hiç umursamadım o an, güneş yüzüme vuruyordu ve aklımdaki sözlerine eşlik ederek içimi ısıtıyordu!"

6 Ekim 2010 Çarşamba

ADI YOK 54, Mevsim Güz!


Siz var olan şeyleri görür ve şöyle dersiniz: Neden?
Oysa ben olmayan şeyleri hayal eder ve derim ki: Neden olmasın?
(Bernard Shaw)
*
www.adiyok.com