20 Temmuz 2008 Pazar

sence de öyle mi?

elimi uzattım gücüm yettiğince. zaten hep "azıcık" kalır dokunmaya ama hep kalır bi'şeyler. eksik bi'şeyler, olmayan bi'şeyler. evet evet hep kalır...
kırmızı bir yağmurluk vardı üzerinde. nedense hatırımda kalan buydu. kırmızıyı hiç sevmem. bordoyu, açığını, koyusunu hiçbirini sevmem. yağmur renksizdir ama damlalar üzerinde şeffaf durmaz. kırmızı damlaları ve elinin tersiyle yüzünü silişini unutamıyorum sanırım. kendime pek kızmam ya, ademden gelen bir 'ben'cillik bu biliyorum. sen olsan 'genelleme ama' derdin. boşver, şimdi ben genelliyorum. zaten yokluğundan güç bulup yapmadığım pek çok şey yapıyorum. kendime sadakatim o ya, bir tek sigaraya olan tabumu yıkmıyorum. aman ne saadet!
sana inat sanki adımlarım. seni eksiltirken kendimi yükseltemesemde eski kanunlar edasıyla "kısas" diyorum. kısas olmalı! aslında çok saçma. yok öyle bir dünya farkındayım. zaten eden'de hiç bulmuyor. eğer öyle olsaydı benim de acıttığım canlar benden çıkmalıydı.
içimde dolmaz bir boşluk var. neden dersin? "kısas" yoluyla geçecek bir ergenlik kompleksi de değilki bu! tam anlatacak kelimeyi bulamadım. belki şey gibi... 2 kilometre yürüdükten sonra yanlış yola döndüğümü fark etmek gibi. ben yanlış yollara mı döndüm hep sence? yanlış ziller mi çaldım?
neyse,boşver en iyisi. sen yine boşver... kırmızı diyordum. kırmızıyı hiç sevmem. bordoyu da, açığını, koyusunu hiç birini sevmem. güçlü kadın modeli çizmiyor bende aksine. hep bi' kötü kadın rengi gibi geliyor. ama erkekte kötü erkek mi olur bilmiyorum. kötü erkek nasıl olur hoş onu da bilmiyorum... kalp kırandır sanırım. gülen gözlere ihanet eden cins... evet evet... var mı yok mu belirsiz. ilgilenmemek en iyisi belki de bu paradoxlarla. hayat demek en iyisi... zaten hayat böyle bir yerdeydi. ya vardı ya yoktu... belirsiz...
sence de öyle mi?

6 Temmuz 2008 Pazar

aylin aslım'dan dinlenesi bir Onno Tunç klasiği...

*böyle şarkıların rock düzenlemelerini oldum olası hep sevdim. ama bu şarkı başka.. bu insanın içini acıtan bir güzellik. ayakta alkışlanası bir performans olmuş. tebrik etmek yetersiz kalır..

Bir çocuk gördüm uzaklarda
Gözleri kederli hatta korkulu
Her şeye rağmen bir an gülümsedi çocuk
Sıcak sade ama biraz kuşkulu
*
Bir çocuk sevdim uzaklarda
Sanıyordum ki onun özlemi de buydu
O ise bir bakışta beni örtülerimden
Yalnızca yalnızca duygularıyla soydu
*
Ben böyle yürek görmedim böyle sevgi
Şimdi çocuk büyümekte günbegün
Bütün hüzünleri okşadı birer birer
Gizli bir ümide sarılarak biraz küskün
*
Bir çocuk gördüm uzaklarda
Biraz çocuk biraz adam biraz hiçti
Ellerinde yaşlı zaman demetleri
Daha önce denenmemiş yeni bir yol seçti.

5 Temmuz 2008 Cumartesi

*kızıl saçlı can yarısına ithafen...

Elleri kelepçeli olmak zorunda değil ya insanın esir olmak için. Tutsaklığın içte yaşanması daha bağlayıcı değil mi aslında? Görünmeyen ipler daha keskin oluyor. Hem de yalnız onlar can acıtıyor. Ruhunu kaptırmamalı insan. Bu tehlikeyi hissettiği anda bir adım geri durabilmeli.


Yaşadığım hayattan çok sıkılıyorum bazen. Öyle anlarda pencerenin pervazından belime kadar sarkıp- annem gördüğünde çığlıklarla sarkma diyeceği gibi tıpkı- biraz boşluk soluyorum. Her şey için “mola” diyorum. Sadece birazcık mola… İçimdeki insanlığı yitirmemek adına susuyorum. Sustukça günü geçmiş gazete gibi hissediyorum kendimi. İşte o zamanlarda korku kaplıyor içimde bir yeri. Gereksiz gereksiz konuşuyorum, korkmamak adına.


Yok anladım şimdi. Esaret içte yaşanmamalı. Sinsice acıtıyor canı yoksa. Bir şey can yakacaksa bu yürekli olmalı. Kapıyı yüzüne çarpar gibi ya da hesapta olmayan bir tokat gibi gerçek olmalı. Yoksa kocaman bir boşluk bırakıyor yerine ve sustukça içinde kimsesiz bir korku büyüyor.