22 Kasım 2010 Pazartesi

Bernetta II

“Koşarak çıktım evden. Kalbim öyle hızlı atıyordu ki durup derince nefes alma ihtiyacı hissettim. Sonunda istediğimi elde etmiştim. İnsanlar bir hayal kurar ve yıllarca onu gerçekleştirmek için yaşar. Böyle yapmıştım. Odamın bir köşesini yaşamayı hayal ettiğim şehirle ilgili küçük bir kütüphaneye çevirmiştim. Şehrin fotoğrafları, kültürü, yemekleriyle dolu tam bir rüya gibiydi. Aylarca yatağımdan kalktığım her sabah gözümü orda açıp, uykuya onunla dalmıştım. Tam dört sene geçtikten sonra sadece bir el bagajı ile çıkıp geldim. Burayı, bu evi tuttum, içini zevkimce döşedim, bana doğduğum şehri hatırlatan fotoğraflar, eşyalarla bezedim. İnsan yaparım sanıyor, bir şehri terk etmekle kendinden uzaklaşabileceğini sanıyor…“

Soluğum kesildi, bir hikâyeyi dinlemek onu yazmak kadar kolay olmuyordu. Yaşayan biri vardı karşında, bakışlarını sana kitlemiş öylece anlatan biri… Seyirci kalamayacağın kadar gerçek, konuşmaya cesaret edemeyeceğin kadar saydam. Ahh Bernetta, insanı etkileyen hikâyeler hep hüzünlü oluyordu sonunda. Düşündüm ki, benim bir farkım yok. Yıllarca bugünü bekledim. Bilmediğim bir şehirde kaybolmak, tanımadığım sokaklarda rüyalara dalmak için… O gün geldi ve ben bir oda bir salon küçük evimde mutfak masasına oturmuş bunları yazabiliyorum. Her sabah bilmediğim bir ülkede uyanıp sevdiğim bir başka kazağı giyiyorum, okula yürüyorum, yol boyu kendime soruyorum, evet şimdi?

Küçük bir bahçesi var evimin. Bir ağaç ve biraz çayır çimen var içinde. Evim az ilerisinde bir çıkmaz sokağa çıkıyor. Bunun bir tesadüf olduğuna inanmıyorum Bernetta, nitekim ah’ın tuttu. Sokakların hep çıkmaz olacak demiştin bana. Cadde boyunca market, büfe ve sebebini henüz anlayamasam da akşam beşte açılan bir kırtasiye var. Burası küçük bir ada, kendi küçük değilmiş gibi kendinden çok daha küçük üç tane daha ada var buraya bağlı. En tatlısı Comino. Neyse.

İnsan hareketli bir hayattan sakin bir hayata geçince çok düşünür oluyor senin de bildiğin gibi... Bazı insanların çok düşünmesi sağlıklı değildir, ben de bu tip insanlardan biriyim. Düşündükçe derinleşiyor, derinleştikçe kendi içimde yalnızlaşıyorum. İnsanlarla konuşmalarımı limitte tutuyor, kendimle kalabilmek için saniyeleri sayıyorum.

Tanımadığım daha kaç kişi var içimde Bernetta? Öyle zaman oluyor ki kendimle yüzleşip günah çıkarıyorum. Bir arkadaşıma içimi dökmekten daha zor ve daha acımasız oluyor. Kendimi acımasızca hükmediyor, çoğu kez ikinci şansı vermiyorum. Kimseden korkmuyorum kendimden korktuğum kadar. İçimde öyle büyük bir güç var ki kendimi dizginleyemiyorum zaman zaman. Dur deyince duramıyorum.

Bana demiştin ki “kendi kendini paranoyaklaştıran sensin, bir parça olsun insanlara güvenmeyi öğrendiğinde hayatının nasıl değiştiğini görüp, buna kendin bile inanamayacaksın.” Yemin ederim denedim. Sayısızca denedim, yapamıyorum. Sanki insanlar çocukken oynamayı en sevdiğim oyuncağımı almışlar gibi bir hisle kalbimi kapatıyorum onlara. Kimi en çok sevmeye çalıştıysam en çok ona güvenmekte zorlanıyorum. Bu güven duygusu sevgi ile kesinlikle ters orantılı şüphem kalmadı. Birini sevmeye hiç bu kadar ihtiyacım olmamıştı. Bernetta ben kör müyüm? Körlükten kastım önünü görememek değil, birinin kalbini görememek… Ben çabuk yaşlanıyorum bu yüzden, bir randevuya geç kalmışçasına, telaşla… Bence ben kesinlikle körüm.  

9 Kasım 2010 Salı

Bazen hayatta öyle bir an olur ki zaman durur..



Küçükken bir oyun oynardık, elimize aldığımız bir kitaptan rastgele bir sayfa açar birbirimize atfedip okurduk. ‘Şimdi bu senin için’ diye de eklerdik ardına… Aklımdan senin tuttum ve bir sayfa açtım elimdeki kitaptan, şöyle yazıyordu: “Bir yerden bir yere giderken uğranılacak bir şehir değildi o. Oradaydı; varlığından kaçmayı imkânsız kılacak kadar yakında ve birlikte var olunamayacak kadar uzaktaydı.”
Bazen hayatta öyle bir an olur ki zaman durur. Kalbin bir insan için acır, kafanı çevirecek gücü bile kendinde bulamazsın. Kendine yaklaşmak istersin, gece olsa da kabuğuma girsem dersin. Bazen öyle bir şey olur ki bir ömürlük yaşanmışlıktan öte bir tecrübeyle olgunlaşırsın. Her şêrde mi bir hayır olur diye kendine bile şaşarsın.
Zamanla öğrendiğim şeyler var benim de, insanlara değil hayata tutunmak gerekliliği kurallarımın başıydı. Her işte bir hayır vardır der geçerdim sonra… Dünyada öyle büyük acılar var ki benim üzülmeye hakkım yok hiçbir şeye derdim.
Günlerdir yatağımdan çıkacak enerjiyi kendimde bulamıyorum. Anladım ki kurallar yazıp duvara asmakla olmuyor bu iş. İnsanlara öyle de bir tutunuyorsun ki, yokluğu fikri dahi hayatını tarumar etmeye yetiyor.
Ben onun her halini gördüm. En gösterişli, en asabi, en yalnız, en pişman, en çirkin, en heyecanlı, en sevecen, en savunmasız halini tanıdım… Dudağını bükmüş hastalıktan bitkin, spor yapmaktan yorgun, gezmekten eğlenmekten tatmin, maceraya atılmaktan memnun, suç işlemiş bir köpek yavrusu gibi kulaklarını indirmiş pişman halini… Bu duyguyla özdeş bir hal bulamıyorum. Hafızamı zorluyorum ama buna eş bir his çıkaramıyorum.
Zamanla her şey unutulur derler. Unutulurdu… Şimdi eften püften çıkardığım kavgalar, ettiğim laflar öyle büyük bir vicdan azabı ki içimde, bir günah gibi içimi kemiriyor. Belki bu şehirden uzakta olacağım fikri de perçinliyor huzursuzluğumu. Bir şey olsa gitmesem diyorum, kalmam gerekse ahh…
Gözlerimi kapattım, açacağım gün belli, ben hissederim, ben anlarım o yeniden iyi olduğunda. Bunca yıl öyle saçma şeyler için gözyaşı dökmüşüm ki, şimdi anlıyorum insan hayatta sadece ne için üzülür. Bu bir nokta değil, bu bir virgül… Kendini anlaman, hayatı ölçüp tartman için bir sınav. ‘Sahip olduğum öyle güzel şeyler var ki; isyan etmeye hakkım yok’ dedi sesi. Hep böyleydi, masum ve içten… O tüm huzuruyla uykuya dalana dek uykularım yarım. O gün benim gözümü açacağım gün…