1 Eylül 2007 Cumartesi

masal meseLa

**sıR 'a..

“Ne istedim biliyor musun?
Eller yukarı...!
Bu bir soygundur.
Halk kütüphanesinde geçti bir gün aklımdan
Hiç düşünmeden kalktım ayağa
Bağırdım sonra
Sonra..sonra..sonra..
Anladım ki hukuku düzeni bozanlar yazmalıydı aslında...”

Genzini yakan bir kokuyla uyandı. Uyanmayı en sevmediği saatte, en sevmediği şekilde. Kalın siyah perdelerini özenle seçmişti oysaki sırf bu nedenden. Sabahın ilk ışığını yüzünde hissetmekten haz etmezdi doğduğundan bu yana.
İnsanların bir çoğundan farklı olarak ümide anlam yüklememişti hayatında. Siyah kalın perdelerinin çapraz duvarında odasına ait tek dekor olan bir pano asılıydı.
“ Ümit mi? Ümit en son kötülüktür!”
Bu neydi şimdi dedirten bir his yaratırdı görenlerin aklında..

“Ümit en son kötülüktü evet. Pandora’nın kutusu açılıp Zeus’un içinde sakladığı bütün kötülükler dünyaya saçıldığı zaman orada son bir kötülük kaldığndan kimsenin haberi olmamıştı.”ÜMİT” O zamandan beri , yanlışlıkla kutuyu ve içindeki ümidi iyi şans olarak yorumladık. Fakat Zeus’un arzusunun insanların kendilerini işkenceye teslim etmeleri olduğunu unuttuk. Ümit kötülüklerin en kötüsüdür çünkü işkenceyi uzatır. “ *

Bir oda, yerde kitaplar,işlevsiz plaklar, kül rengi bir gramafon, tabure köşelerinde özensiz çıkarılmış birkaç parça kazak pardesü..
“Gitmek” kelimesinin hayatında bir yansıması olmayan kimse gördün mü? Ardında bırakmak , arkada kalmak, arkasından bakmak ya da...?
-“Gördüm evet!” diye sert bir çıkışla kalktı doğrulduğu yatağından.
-“Gördüm ya sende!”dedi bu kez , aynadaki belli belirsiz suretine.
-“Gitmek senin gibiler için önemsiz değil mi?” Sanki küçümser bakışlar attığı kendisi değildi. Arkasında bırakacak bir şeyleri olmayanar gitmekten, terk etmekten korkmazlardı çünkü.
Her temas iz bırakırdı ruhta. Bomboş ruhlar boşa geçmiş hayatlardı. Amaçsız, sevgisiz , duygusuz geçen yıllar...
“Hayatın ne olduğunu bilmiyorum demek yersiz olur ama benim dünyamda yarattığı izlenim koca bir boşluk..” diye geçirdi fikrinden..
Bir anlamı yoktu, bir boşluktu evet diyerek göz göze geldi bu kez suretiyle. Çünkü ben çimen kokusunu içime çekmedim. Ters akıntılarla dolu bir labirentte yolumu kaybetmedim. Yüksek topuklu kadınlar girmedi hayatıma. Günahın kendi ekseni etrafında dönen suretinden hiç haz etmedim.
Hayat herkes için aynı şeyi ifade etmek zorunda hissetmedi kendini. Bazısına gücü, bazısına egoyu, bazısına boşluğu tattırdı. Başını kaldırıp ona hesap soran çıkmadı. Ya da çıkan, hayatı değiştirecek gücü sihirli değneğinde bulamadı. Hayatın anlamını sorgulamaya odakananlar ise ana rahminde doğmayı bekleyen bebek kadar sabrı ortaya koyamadı. Ne gökten yere üç elma düştü ne de filmin esas oğlanı masum prensesine kavuştu.
Ayağa kalktı , kendi etrafında birkaç adım attı. Masadaki kül rengi gramafonu yokladı. Duvardaki panoya uzun uzun bakıp , ümitle olan düşmanlığını tazeledi birkez daha. Yüzüne nadiren yerleşen gülümsemesiyle içinden bir iyilik geçirdi. Kabus karası perdelerini sonuna dek açtı. Sabah yüzüne vuran güneşle uyanmayı diledi ilk kez, gecenin koynunda dalarken uykuya...

* Nietzsche