16 Mayıs 2007 Çarşamba

..DÜNYA SİHİRLERLE DOLUDUR..

Ateşi söndürdüm.zaten pek bir cılız olan bir parça aydınlığı da baş parmağımla işaret parmağımın arasına alıp yok ettim..sonra büyülü bir sanat eseri gibi ardında yalnız kalan mumu izledim uzun uzun. insanın içini burkan bir koku sardı salonu. biraz uzağıma düşen DVD’inin kumandasına dokundum,bir film oynamaya başladı..gözümün gördüğü birbiri ardına dizilen film kareleri, burnuma gelen koku anlamsız bir vicdan azabı tadında, aklımdan geçenlerse bambaşka bir senaryo..ateşinden mahrum bıraktığım mum bana seni anımsattı.beni kendinden mahrum bırakışını.. ben ardından izledim mumu uzun uzun, peki ya sende beni izlemiş miydin? yüreğime acıyan gözlerle bakmış mıydın? bilmem?...duygularını göstermeyi sevmezdin.yüzüne bakıldığında ne görünüyorsa hep aksini hissetmeyi severdin sen..insanın sinirine dokunan bir ukalalığın vardı görünüşte ama kendine pek güvenmezdin görünenin aksine. insanlarla fazla konuşmazdın, gece belli belirsiz saatlerde uykumu bölerdi sesin.. kimseyle konuşmadıklarını kendine anlatırdın ve ben hep tesadüfen şahit olurdum duyduklarıma.. hep inanamazdım dilinden dökülenlere. ve hep bana gösterdiğin yüzüne inanmaya mahkum olurdum..gücü sevmezdin insanların sandığı gibi.. senin de pişmanlıkların vardı. kimi zaman vicdanın seni de uyutmazdı.içinde yok olmasına izin verdiğin bir çok ayrıntı vardı.ama yaşamın trajedisinin aslında ölüm değil de , yaşarken içimizde ölmesine izin verdiklerimiz olduğuna inanırdın.. hayatında anlamsız bir tezat hüküm sürerdi. sahip olduğun her şeyi, onu en çok sevdiğin zaman bırakmayı severdin. söylesene, bana o cümleleri, en çok bağlı olduğun şeyleri bıraktığın zamanki gibi , beni de en çok o zaman sevdiğin için mi söylemiştin..?? dağa tırmanırken tüm yol boyu hayalini kurup, sırtında taşıdığı bayrağı zirveye gelince uçurumdan aşağı bırakmaktı bu.. beni de uçurumdan bıraktığın gibi avucunda buruşan o bayrak gibi..."bazen ne yaparsan yap olmuyor.." dilinden dökülen son cümleydi bu.. içimi burkan yada ısıtan, söylediğin her kelimeyi dinliyordum. ağzının kıvrımlarına, gözlerindeki buhran dolu bakışa ,sana ait olan tüm ayrıntılara bakıyordum gözümü kırpmadan..belki son kez bu kadar yakından hissedecektim nefesini.sesini duyabilecek miydim yeniden bilemeden bakıyordum yüzüne..hissettiğim şeyi yapma diye yalvaran gözlerle..ardından söyleyeceğin şeyi hiç bu kadar sabırsızlıkla beklememiştim..ve hiç bu kadar gelmesini istemediğim bir an daha olmamıştı aynı anda..bu nasıl bir ikilem..istemek ve istememek bu kadar aynı..bu kadar iç içe..yüzüme baktın ellerinin arasına alıp ve sonra ateşi söndürdün. hiçte cılız değildi benim aydınlığım oysaki.. ama sen yinede iki parmağının arasına alıp yok ettin beni.ardımdan dönüp uzun uzun izledin mi onu bile bilemedim..gözümün önünden kayıp geçen bir film var, kulaklarımı kendi sesime kapadığımda gerçek hayatın yansıması olan ve o zihnimden silinmeyen replik..
"dünya sihirlerle dolu..
sihirbazlar şapkalarından parlayan yıldızlar çıkarırlar,
peygamberler denizleri ikiye ayırırlar ,
büyücüler bir şeyler yaratıp yok edebilirler..
ve sen tek bir gülüşünle bütün dünyayı ters düz edebilirsin... "
içten gelen bir güdüyle bir kibrit çaktım ve o söndürdüğüm parmaklarımla mumu tekrar yaktım.. ben söndürdüğüm ateşi telafi ettim, belki sende edebilirsin diye fikrimden geçirdim..bu senin için imkansız değildi biliyorum..çünkü sen tek bir gülüşünle bütün dünyayı ters düz edebilirdin...

TILSIM

**ömrümün yarısı'na..

Anahtarı iki kez çevirdim deliğinde. Başımı hafifçe uzattım içeri ve içerdengelen karanlığa hep sana seslendiğim tonla seslendim ‘ Ben geldim! ’ Ayakkabılarımla kapıda ayrılıp salonun iki adım ötemde duran ışığına dokundum. Hep oturduğun duvarın dibine baktım. O, yapmayı en çok sevdiğin şeyin, yap boz’larının başucuna..Hani bir sigara yakıp yanında saatlerini geçirdiğin o küçük parçalar. Zaman zaman beni kıskandıran bu sevgin için ‘Yerine koyduğum her parçada kendimi tamamlıyorum’ demiştin bir seferinde.Sonra üstünden düşüp durduğumuz ama bir türlü onu yerinden kaldırmaya kıyamadığımız pötikareli tabureye, saatlerimizi geçirdiğimiz koltuklarımıza,elinde kupayla çay suyunun kaynamasını beklediğin mutfak parkelerine baktım uzun uzun.. Sessizliği bozdum şarkı listesine dokununca. Sana birşeyler yazarken düşündüm ki yaşamak yazmaktan daha zor. Ve herkesin aksine biz onca şeyi yaşayabilmişiz de kelimeler, anlatmak için az gelmiş.Gülümsedim küçük mektubuma başlarken. Sonra ben sustum, konuştu kelimeler…
Karanlıkta bulmuştuk birbirimizi, canımız en çok acırken. Tüm kılıçlar çekildiği sırada önümde durandın sen. Beni arkana saklayıp korurken sarılmıştık hayata ve birbirimize.. Aramızda isimsiz bir tılsım vardı. Her defasında beni düşündüren, imkansız dedirten bir tılsım. seni bana bağlayan neydi? Hep kilometrelerin aramızda durduğu bir yakınlıktı. Yalnız başına küçücük bir evde uyuyamadığın her gece bende uyuyamazdım senden habersiz. Ağladığını hissederdim annenin çocuğunun gözyaşlarını hissettiği gibi. Aynalara bakıp saatlerce susardın. Sonra bir çığlıkla yere dökülürdü kırılan parçalar.. onlara dokunamazdın yap bozların aksine. Bu kez parçalanmaktı o küçük parçalar senin için, kendini tamamlamak değil.. bir sabah ağlayarak seni aradığımda rüyamda seni bir binanın 6.katından düşerken gördüğümü söylemiştim.. sen sessizce dinlemiştin beni, buz gibi. Ve ancak sonraları öğrenmiştim binanın 6.katında oturduğunu ve o gece ölümle yaşam arasında çok fazla sıkıştığını..
hayat bizim için zor geçti biliyorum. Sınavlarla ve yenilgilerle..
ama geçti işte..
geçti..
Ayları sayıp ,günleri, dakikaları sayıp geçirmiştik o seneleri. Her detayını düşündüğümüz evimizin koltuklarında oturup bugünlerden bahsedecektik. Hayatımızın her saniyesini nasılda hakettiğimizi görecektik her seferinde. İnsanın uzun seneler sonunda torunlarına anlatmayı hayal ettiği hikayelerden biriktirecektik. Gözlerin bulutlandığında, aklın bulandığında elini tutar, saçlarını severdim. Gözünden akan damlaları elimle siler, uyku ilacı tadında cümleler kurardım sana, seni biraz olsun gerçek hayattan uzaklaştıran.. Ve bazen öyle zor gerçeklerle yüzleşirdik ki bunları sana söylemek bir doktorun hastasına üç ay ömrünün kaldığını söyleyebilmesinden aşağı kalmazdı. Birkaç mumun gölgesinde geceleri sabah ederdik. Sen benim yarımsın, ömrümün yarısısın derdim minicik bir gülümsemen için. Geceler boyu konuşur, geceler boyu susardık. Sana sonu güzel biten masallar anlatmamı isterdin. Sonra içinde biz olan masallar kurar oynardık. Anılar başlar , anılar bitmezdi.Kanımıza dokunan aşk hikayeleri, içimizde söylenmeden kalan sözler,adresini bulmayan mektuplar uzardı gücü yettiğince.. Bir yolunu bulup kendimize suç bulduğumuz senaryolar yazardık zaman zaman. Başladığımız cümlelerin en savunmasız yerinde; aslında belkide öyle olmasaydı derken susardık. İçimizden tamamlardık sonra yarım kalan kısımlarını. Cümlelerimizi de tamamlardık sessizce, birbirimizi tamamladığımız gibi.. Her şey zamanını bekliyordu sanki. Hazırmışlar da aslında yaşanmaya, yalnızca başlama düdüğünü bekliyorlarmış gibi . Bir dilek tutup, saatlerce gökyüzünü izledim, kayan bir yıldız görebilmeyi bekledim. Hayatımdan çıkışın olmasın dedim içimden. Hep böyle ani gelenler ani gider ya, olmasın dedim..Yüzümüze vuran güneş uyandırsın her sabah bizi, hayallerimizde çizdiğimiz gibi..Ve koyduğumuz çizgilerin gerisinde durması gerekenler dokunmasın hayatımıza dedim. Dedim ki , hayat seni benden almasın yarım.. O hep düşüp durduğumuz taburede oturmuş sana birkaç satır yazmışım. Dörde katlayıp bir şeylerin arasına sıkıştırmışım. Bulduğunda gülümse diye.Gülümsediğinde gülümseyeyim diye…
*
adı yok bahar'2007