23 Ocak 2012 Pazartesi

Hayatın nereye gideceğini bilmemek çok huzurlu değil mi?


Tesadüflerin gücüne inanırım, kelimelerin gücüne inandığım gibi. Filmlerden etkilenmek gibi, kitaplardan, insanlardan, şehirlerden, ilkyazdan, yollardan etkilenmek gibi bir huyum vardır. Bazen öyle bir an olur ki hayatta, belki dünyayı değil ama senin dünyanı değiştirir. 


Sana yazmadığım zamanlarda kelimelerle arama yıllar giriyor.  İnce bir yolun sonunda yalnız kalıyorum. Her şeye alışılırdı, kelimelerden uzak kalmaya, ait olduğum şehirden ayrı olmaya, ege sahillerinde geceyi sabah edememeye bile alışılırdı, bilseydim ki gözümü kapattığımda seninle aynı rüyayı göreceğim. Bilseydim ki göl evinin önündeki iskelede boylu boyunca uzanıp sesinden en güzel bölümleri dinleyeceğim, en sevdiğim kitaplardan…

Hayatın nereye gideceğini bilmemek çok huzurlu değil mi? Hangi yola döneceğini, hangi okula gideceğini bilmemekten, hangi insana senden bir şey vereceğini bilmemekten bahsetmiyorum. Ama ben mesela can sıkıntısından o öğrenci derneğine girmeseydim, eğer Malta toplantısına gitmeseydim, okuldan toplantı için bana burs çıkmasaydı, uçağımı kaçırsaydım, gelmeden birkaç gün önce yaşadığım ruh haline yenilip kararımı değiştirmeseydim hayatım nasıl olurdu? Hangi ülkede olurdum, hangi insanları tanırdım? Bunu bilmiyorum. Bir şey bilmemek ne derece huzurlu olur diye sorsalar, pek düşünmezdim bile. Ne saçma soru derdim. Meğer gün gibi aydınlıkmış… 
- photo: sabina tabakovic-

22 Ocak 2012 Pazar

adı yok 59'Kış


Hayata bir es verip durmanın zamanı şimdi, biraz soluklanmanın… 
Seni sana çağırıyor bir dergi… 
Sayfaları çevirdikçe daya kulağını kalbine.
 İnsan kokulu hikâyelerin sesi karışsın sesine. 
Çocukluğun, yeniden çakıl taşları atsın pencerene. 
Aksini göreceğin, sudan bir aynaya dönüşsün kalbin. 
Kuşlar konsun omuzlarına. 
Özlediğin güneşin sarısı fener olup aydınlatsın yolunu. 
Seni sana çağırıyor bir dergi…
Şimdi çok gerilerde bıraktığını sandığın geçmişinin sokaklarında gezin. 
Sohbet et kendinle, hayatı bir tüy gibi avucuna alıp üfle…
*
www.adiyok.com
www.facebook.com/adiyokdergisi

19 Ocak 2012 Perşembe

yol


Bazı sabahlar vardır, içinizde dünyayı değiştirme hissiyle uyanırsınız. Ben böyle birkaç sabaha uyandım. Dünyayı değiştirdiğim olmadı hiç ama hayatımı siyahken beyaza, beyazken maviye çevirdiğim çok oldu bu sabahların ilhamıyla. Bir sabah âşık uyandım, bir sabah cebimde diplomam ve rüyalarımla başka bir ülkeye taşındım, bir sabah işimi bıraktım, bir sabah hukuk okumuş olmama aldırmadan avukatlık yapamayacağımı anladım.

İnsan hayatı sade, latif, kırılgan, naif… Anılara tutunup, geçmişe dair uzun cümleler kuruyoruz. Oysa sessizliğin nimeti ile tanıştığımız gün kendimize bir kapı açacağız, korkmak neden? Yol ayrımları sancılıdır. Yol ayrımları seni sen kılar ve insanoğlunun yaradılışındandır ki her daim arkada kalan seçenek bir parça uykundan çalar. Bunu söylüyorum, çünkü kendimi önümdeki zorluğun aslında ne kadar kolay olduğuna inandırmak istiyorum. 
Hepi topu maviden kırmızıya dönecek bir sabahtan bahsediyorum. 
Hepsi bu. 
*artwork: taikkun yang li

1 Ocak 2012 Pazar

artık sahip olduğumuz hayata şükretmek için üçüncü sayfa haberlerini okumamız gerekir oldu…


     Herkes için uzun bir geceydi öyle ya. Aylar öncesinden planlanan gece eğlenceleri, yemekler, davetler, ev partileri… Oldum olası çok büyütülen gecelere antipatim vardır. Yılbaşı gecesi, sevgililer günü vs… Hele sevgililer günü kadar saçma bir şey yok herhalde. 
     Neyse. Bahane o ya, arkadaşlarımı evime davet ettim, güzel bir akşam yemeği yedik. Evimde arkadaşlarımı ağırlamaktan keyif alıyordum en nihayetinde. Yani bizim için de uzun bir geceydi. 
     Yok hayır konu bu değil. Sabah uyandım. Gazeteleri okurken gördüm o haberi. Otuzlu yaşlarına bile varmamış, benim yakın arkadaş bile olmadığım sadece belki bir iki kez karşılaştığım arkadaşım öldürülmüştü sabahın erken saatlerinde. Üç aylık ikiz bebekleri onu hatırlamayacaktı bile. Bu cinayet benim her gün en az 3 kez geçtiğim yolda işlenmişti. Literatürde Avrupa'nın en güvenli ülkesi diye tabir edilen bu adada... Uzun süre kendime gelemedim. Sokağa çıktım, yürüdüm. Eve girdim, sağa sola bakındım. Bilgisayarımı açıp arkadaşlarımla konuşmaya başladım, amaç ‘kafam dağılsın’dı. Sonra günün ikinci ağır haberini alacaktım. Yine sabaha karşı bir arkadaşım trafik kazası geçirmiş ve koma halinde uyutuluyordu. Kendime gelememiştim ki tekrar alt üst olayım. Sesim kesildi. Yeni yıl herkes için güzel başlamamıştı öyle ya. 
     Bunları yazmamın sebebi günümü özetlemek değil, bunları yazmamın sebebi hayatımızın geldiği bu nokta... Kendime bir bakıyorum da hayatımdan şikâyet etmek ne büyük yüzsüzlük. Hayatta en büyük üzüntüm, problemim ne mesela? Önemsiz ayrıntılara takılmak ne büyük hayat kaybı... Hayatımız öyle bir noktaya geldi ki, artık sahip olduğumuz onca güzelliğe, nimete, sağlığa, hayata şükretmek için üçüncü sayfa haberlerini okumamız gerekir oldu… Yeni gelen yıldan dileğin ne sorusuna verilecek tek cevap bu olsa gerek, şükretmek…