9 Kasım 2010 Salı

Bazen hayatta öyle bir an olur ki zaman durur..



Küçükken bir oyun oynardık, elimize aldığımız bir kitaptan rastgele bir sayfa açar birbirimize atfedip okurduk. ‘Şimdi bu senin için’ diye de eklerdik ardına… Aklımdan senin tuttum ve bir sayfa açtım elimdeki kitaptan, şöyle yazıyordu: “Bir yerden bir yere giderken uğranılacak bir şehir değildi o. Oradaydı; varlığından kaçmayı imkânsız kılacak kadar yakında ve birlikte var olunamayacak kadar uzaktaydı.”
Bazen hayatta öyle bir an olur ki zaman durur. Kalbin bir insan için acır, kafanı çevirecek gücü bile kendinde bulamazsın. Kendine yaklaşmak istersin, gece olsa da kabuğuma girsem dersin. Bazen öyle bir şey olur ki bir ömürlük yaşanmışlıktan öte bir tecrübeyle olgunlaşırsın. Her şêrde mi bir hayır olur diye kendine bile şaşarsın.
Zamanla öğrendiğim şeyler var benim de, insanlara değil hayata tutunmak gerekliliği kurallarımın başıydı. Her işte bir hayır vardır der geçerdim sonra… Dünyada öyle büyük acılar var ki benim üzülmeye hakkım yok hiçbir şeye derdim.
Günlerdir yatağımdan çıkacak enerjiyi kendimde bulamıyorum. Anladım ki kurallar yazıp duvara asmakla olmuyor bu iş. İnsanlara öyle de bir tutunuyorsun ki, yokluğu fikri dahi hayatını tarumar etmeye yetiyor.
Ben onun her halini gördüm. En gösterişli, en asabi, en yalnız, en pişman, en çirkin, en heyecanlı, en sevecen, en savunmasız halini tanıdım… Dudağını bükmüş hastalıktan bitkin, spor yapmaktan yorgun, gezmekten eğlenmekten tatmin, maceraya atılmaktan memnun, suç işlemiş bir köpek yavrusu gibi kulaklarını indirmiş pişman halini… Bu duyguyla özdeş bir hal bulamıyorum. Hafızamı zorluyorum ama buna eş bir his çıkaramıyorum.
Zamanla her şey unutulur derler. Unutulurdu… Şimdi eften püften çıkardığım kavgalar, ettiğim laflar öyle büyük bir vicdan azabı ki içimde, bir günah gibi içimi kemiriyor. Belki bu şehirden uzakta olacağım fikri de perçinliyor huzursuzluğumu. Bir şey olsa gitmesem diyorum, kalmam gerekse ahh…
Gözlerimi kapattım, açacağım gün belli, ben hissederim, ben anlarım o yeniden iyi olduğunda. Bunca yıl öyle saçma şeyler için gözyaşı dökmüşüm ki, şimdi anlıyorum insan hayatta sadece ne için üzülür. Bu bir nokta değil, bu bir virgül… Kendini anlaman, hayatı ölçüp tartman için bir sınav. ‘Sahip olduğum öyle güzel şeyler var ki; isyan etmeye hakkım yok’ dedi sesi. Hep böyleydi, masum ve içten… O tüm huzuruyla uykuya dalana dek uykularım yarım. O gün benim gözümü açacağım gün… 

1 yorum:

Gülay Genç dedi ki...

Çok güzel ve çok güzel yazmışsın. Yüreğimdeki acıları tarttım. Hep zamanla her şey geçer diye düşünüyoruz, evet elbette geçiyor çoğu zaman ama o yarayı hissetmeyene dek geçiyor her şey. Hatırlamak demiyorum, çünkü yüreğinde hap taşıyorsun derinden hissediyorsun çünkü. Çok sevdiğin bir insanı kaybetmek, onunla kavga ettiğin anları bile özlemek. Hatırladığında keşke sımsıkı sarılsam tekrar. Yine sesini duymak için neler vermezdim. Ama yine de hayat karşımıza o kadar büyük süprizler çıkartıyor ki, gerçekten o kadar basit şeylere takılmamayı öğreniyorsun, ama sonra neyi unutuyorsun biliyor musun? Yaşamın anlamı bir yönüyle yok oluveriyor, ama yine de yaşamak zorunda hissediyorsun kendini. Geride kalanlar için ve farkediyorsun ki senin hâlâ bir hayatın var.

Sahip olduğum öyle güzel şeyler var ki; isyan etmeye hakkım yok
Doğru bir cümle. Dünyada o kadar acı varken, bizim üzülmeye hakkımız yok diye düşünüyoruz, tartıyor karşılaştırıyoruz. Böyle karşılaştırmak doğru mu? Belki evet belki de hayır. Ama hayattan öğrendiğim bir şey var ki ne olursa olsun yaşamaya tutunmaya çabalıyor, var olduğumuzu hissettirmeye çalışıyoruz. Bu da sanırım varlığımızı kendimizin bile benimseme ihtiyacından doğuyor.

Seni elimden geldiğince takip etmeye çalışıyorum. Çok güzel yazıyorsun. Teşekkür ederim.