4 Eylül 2010 Cumartesi

uçak.

Sofia’da bekliyoruz. Tam bir saat oldu. Hayatımda daha komik bir şey görmedim. ‘Aktarmalı uçuş’ kavramına getirilen yeni yaklaşım bu olsa gerek. Uçaktan inmek yasak. İstanbul’a gidiyorsan elbette… Yolcuların yarısı indi, yerine yenileri geldi. Tam olarak dolmuş gibi evet. Uçak sakinleri, piste inince topluca kaptanı alkışladı. Eminim kaptan şuan çok özel hissediyor kendini. Neyse, eğer devam edersek bir saat sonra en başa dönmüş olacağım. İstanbul’a…

Bir ay boyunca tatil yaptığım için çok yorgunum. Annem de zaten dün, “kızım çok gezdin, döndüğün gibi gel biraz yanımıza dinlen” dedi. O söylediğinde daha neler dedim ama şimdi bu cümlenin ne demek olduğunu anlayabiliyorum. Annemin son dönemde yaptığı yorumlardan sonra O’nu daha yakından tanımaya karar verdim. Geçenlerde konuşurken “yabancılarla aşk zordur kızım” dedi. Bu çok önemli bir cümle mesela… Hayat tecrübesi gerektiren bir cümle… Sormadım elbette nasıl yani diye. Neyse.

İkinci bir blog yazmaya karar verdim. Bir tane oluşturdum dün ama içime sinmedi, sildim. Umarım içime sinen bir isim bulmam çok zamanımı almaz.

Sağımda iki adam oturuyor. Telefonundan açtığı müziklerden sonra kesinlikle onlarla konuşmamaya karar verdim. Şuan gerçekten korkuyorum. 90’larda çekilen Türk filmlerinin senaristleri eminim ki bu şarkılardan ilham almıştır o muazzam senaryoları oluştururken. Neyse bu benim alanıma girmiyor.

 Hava alanında iki buçuk saat boyunca ağladığım için gözlerim yanıyor. Alt tarafı ‘hayatımda geçirdiğim en güzel ay’ sona erdi, abartacak bir şey yok. Hostes, “kahve ister misiniz?” diye sordu önce, “evet” dedim. Kahvemi uzatırken “iyi misiniz?” dedi. Sanırım iyiyim. Yok yok fena sayılmam, iyiyim.

(02.09.10 - 06:25)

Hiç yorum yok: