8 Aralık 2011 Perşembe

yazmazsam deli olacaktım…


Haftalar boyunca kulağı okşar tek kelime yazabilmek için bildiğim her yolu denedim. Adanın en sessiz, en mutsuz, en yalnız köşelerine sığındım. Her satırı bana ilham veren kült kitaplarımdan bölümler okudum. Seksen üç kere izlesem bile her seferinde ağladığım filmi koydum olurda gözümden bir damla yaş akar diye. Arkadaşlarımla saatler süren konuşmalar yaptım. En sevdiğim piyano şarkılarını dinledim. Dergiler, şiirler, şehirler… İçimde en ufak bir duygulanma, en ufak bir mutsuzluk, mutluluk, gözlerimde en ufak bir gözyaşı belirtisi yoktu. En ufak bir yazma isteği hiçbir şey…


Evime dönüp kapıyı sıkıca kapattım. Üstünden üç kere de kilitledim. Eski fotoğraflara baktım, evimin her köşesini temizledim, aylardır beklettiğim işleri yapıp masamı temizledim. En son beş ay önce dokunduğum günlüğümün sayfalarını çevirdim sonra, yeni bir sayfa açıp en yüzeysel anılarımı yazdım. Akşamları çıktığım yemeklerden, her defasında deneyip başarısız olduğum kek tariflerimden, aldığım yeni kıyafetlerden, gittiğim filmlerden bahsettim. 


Duygularımı kaybetme eşiğine ne zaman gelsem olan buydu. İçimde en ufak bir insan sevgisi kalmadığı anlarda kendime sert çıkışlarım bundandı. Orada burada ‘ben insan seviyorum, bana yazdıran bu’ dediğim ruh hallerim geride kaldığında olan ne ise işte tam olarak buydu…


Midemde büyük bir ağrıyla, içimde tarifsiz bir acıyla bıraktım kalemi. Artık yazmayacaktım. Tek bir kelime bile, yapılacaklar listesi bile, buzdolabı notları bile… Kitap taslağı mı? Tamamlanmayı bekleyen yazılar mı? Atılacak mektuplar, kartlar… Hepsini kaderine terk edip hatta en mümkün yolla yok edecektim. Kararım buydu. Elimin altındaki defteri kapattım. Evimdeki tüm kalemleri çekmeceye kaldırdım. Bir kahve koyup balkona çıktım. Kilisenin kireç rengi duvarlarını seyrettim uzun uzun. Ruhumun eşini kaybetmiş gibi, âşık olduğum adamı yitirmiş gibi, en sevdiğim oyuncağım kırılmış gibi bir histi bu. 


Derin derin nefes alıp kendimden özür dileyip kendimi affettim. Üç adımda odama, kalemlerime döndüm, tek tek hepsine dokunup defterlerimden birini çıkarıp yazmaya koyuldum. O an Sait Faik’i anladığım andı, “kalemi tuttum, öptüm, yazmazsam deli olacaktım…”
-photo: sabina tabakovic-

4 yorum:

Ömer Sevim dedi ki...

mis gibi.. bazen yazmak bilinmeyen bir elin ensene silah dayaması gibi bir şey.. hiç silah dayandı mı diyeceksin ensene, hayır ama o hisle çok yazdım:)

Meymerve dedi ki...

Senin harflerindeki o gerçekçi hüznü, mutluluğu seviyorum. Hayattan kopmamış satırların mantıksız hayalcilerinkiler gibi yormuyor, gerçeklikle örtüşen sevinçler katıyor, kırıklara dokunuyor. Bol olsun kelimelerimiz, kutlu olsun...

Sabina Tabaković dedi ki...

thank you for sharing my picture. This portrait means a lot to me!

Love

Sabina Tabakovic

www.sabinatabakovic.com
http://www.facebook.com/SabinaTabakovic.Photography

'ez' dedi ki...

You are more than welcome Sabina, I love all your photos, I am a very big fan. And this writing is very special for me too.

I will be sharing your other photos in the near future :)

Love,
E.