10 Temmuz 2012 Salı

Notlar VI - Roma


Tam bir sene öncesine ait bir sabaha uyanmak gibiydi… Hayatımın en tarif edilemeyecek yazını geçirdim diye anlatıp durmuştum oysaki tüm sene. Şimdi nefesimi tutmuş hayatımın en tarif edilemez ikinci yazına giriyorum. Geçen yıl, tam da bugünlerde, gözlerimi açtığım her sabah güneşin bir kez daha doğuşuna dayanır mıyım diye içimden geçiriyordum. Tam altı sabaha tekabül ediyordu kendimi bu ülkeden İspanya’nın güney şehirlerine bırakıp Tanrı’dan dinginliği dileyişim. Şimdi tam bir sene sonra bu küçük adada geçirdiğim altı tarifsiz sabahın ardından kendimi Roma’nın ruhuna bırakıp Tanrı’dan ikinci kez dinginlik dileyeceğim… Bu sabahların gerçekten bir anlamı olmalı…

Küçük otel odalarını oldum olası sevmişimdir. Eğer radyoyu açtığımda çalan şarkılar da İspanyolca olsaydı, Seville’de geçirdiğim ilk geceden ayıramazdım gördüğüm manzarayı. Küçük bir balkonu var odamın. Valizimi yatağa bırakıp müzik açtım, Barberini Meydanına bakan balkonumdan sokağı seyredip kendime bir dua gibi geceler, sabahlar boyu tekrarladığım tek kelimeyi yineledim, bilmem kaçıncı kez. “Geçecek…”

Gözümü bilinmedik sabahlara açmak garip bir hisle uyanmama sebep olur. Bilmediğim bir otel odası, bilmediğim bir şehir, bilmediğim bir ülke… Otel odaları insanı yalnızlaştırır, kimsesiz hissettirir nedense. Ya da bu his beni terk etmediğinden her duruma uyarlıyor da olabilirim. Ama yok, hayır. Hayatımın en mutlu dönemlerinde dahi hiçbir sabah bir otel odasında gülümseyerek uyanmadım.

Yollar yürüdük… Sokaklar tek bir yola çıkıyordu. Kafamı kaldırınca tüm heybetiyle Kolezyum esas adıyla Colosseo karşımda öylece duruyordu. Hayatta bazı anlar vardır, olduğun yer ile tasavvur ettiğin yer ya da şey farklıdır. Attığım her adım beni tarihe taşıyordu. Bazen olur ya duvarlara dokunursun, yüzyıllar önce bu duvarlara kimlerin dokunduğunu hayal edersin plansızca. Ne büyük aşklara, yasaklara, cinayetlere, imparatorluklara tanıklık etmiştir bastığın yerler. Tarih orada elimin altında duruyordu. Onu kokladım, hissettim içimde, gözlerimi kapatıp yaşanan sahneleri izledim zihnimde. Asırlar boyu savaşlar, yıkımlar, yangınlar, depremler görmüştü bu şehrin her köşesi. Aldıkları bunca hasardan sonra bu mükemmelliğe erişmişlerdi… Soluduğum her nefeste içime döndüm, kendi parçalarımı aradım. Kitapta diyordu ya "Ruin is a gift. Ruin is the road to transformation." Bu his kendi içime açılan bir kapıydı adeta. O an hayatı, insanları, eksiklikleri, yaşanmamışlıkları suçlamayı bırakıp tekrar ve daha derinden nefes almaya başladığım andı. Hayatta şükretmekten kimse kaybetmiyordu bunu yeniden hatırladığım andı. Gülümsedim. 

Roma’nın insan ruhuna iyi geldiğini kitaplardan, filmlerden bilirdim ama şimdi kendim görüyorum ki bu şehir daha ilk akşamdan yaralarıma iyi geliyor. Uzun bir sabahın ardından uzun bir öğle sonrası dilime damağıma değen tüm tatlar İtalyan mutfağına olan düşkünlüğümü perçinliyor. Bu şehre ilk gelişim, büyülenmemek elde değil diyorum arkadaşıma. Bana cevabını bulamadığım sorular soruyor. Evimde olsam kendimi kitaplarıma kapatır tek kelime konuşmazdım. Şimdiyse konuşuyorum uzun uzun, anlatıyorum arayıp da bulamadıklarımı. Gülüyor bana belli etmeden, konuşmadan anlaşmamız bu kadar normal mi diyor, bilmiyorum… Artık hiçbir şey bilmiyorum. Goethe diyor ya; “Güneş, ay ve yıldızlar artık diledikleri gibi dolaşabilirler. Çünkü ben artık ne zaman gündüz ne zaman gecedir bilmiyorum. Gözüm artık hiçbir şey görmüyor…”

Fontana de Trevi’de gözlerimi kapatıp tüm bozuk paralarımı bıraktım suya, elimden gelse kendimi de bırakırdım. Oradan yürüyerek Spagna (İspanyol merdivenleri)ne geçtik. 1725 yılından kalma Cennet’ten bir parçaydı adeta. Hayatımın “bitmesin” dediğim sayılı anlarından biriydi o akşamüstü… Öyle ya, yinede her şey bitiyor ne yazık…

Vatikan’dayız. Vakit öğleni vurmak üzere… Bir gece ve bir sabah daha bitti. Sesim bedenimden ayrılmıyor. Sesim tüm seslerle birlikte boğazımda düğümleniyor. Dünyanın dört bir yanından insanlar toplandığımız meydanda vaazı dinliyor. Dünyanın en sıcak Pazar’ı olsa gerek kilise sırasında beklediğimiz bu öğle vakti… Kiliseye adım atmamla büyük bir sancı sarıyor tüm bedenimi… Dizlerimin üzerine çöküp saatler boyu ağlıyorum. Başım önümde soruyor bana “arayıp da bulamadığın ne?” aklıma tek kelime gelmiyor. Bilmiyorum diyorum. Saçlarımı elleriyle sevip “Bak!” diyor, “Eğer açmak istediğin kapının hangisi olduğunu bilmiyorsan bulmayı umduğun anahtar kapılarını açmayacak” Lütfen diyor, lütfen Ezgi, cevaplardan önce soruları aramalısın… Orda anlıyorum ki önce onu, sonra kendimi affetmeliyim. Aksi halde yollarım hep çıkmaz olacak. Kör sokaklarda dönüp duracağım, ışıklar yollarıma dökülmeyecek…

“Güzel geleceği bekleyerek görkemli gençliklerimizi eskitiyorduk, hiçbir zaman yeterince tükenmez görünmüyordu oraya götüren yol” diyordu Gide. Kabuğunun kalkmasından korktuğum tüm yaralarımı bir bir yokladım ellerimle. Sanki gün daha yeni ağarıyordu bedenimde. Huzur yanı başımdaydı ve ben bunu görmezden geliyordum. Huzur, Tanrı’nın adıyla çağırıyordu adımı. 

4 yorum:

Rıza Bozkurt dedi ki...

Merhaba.

Büyüklerin dediği gibi nereye gidersek gidelim başladığımız yere dönüyoruz. Haksız da değiller bir yerde; bir erik tanesi gibi düşmelere doymuyoruz.

Yine de ümidimizi emanete bırakmamalıyız; sonuçta erikliğimizden bir şey kaybetmediğimiz sürece kiraz saplarıyla dahi yakamayacağımız Roma yok.

Yazı için Pınar Kür ve teşekkür ediyorum.

Fatih dedi ki...

Mülteci bir aşk sıkışıyor göz bebeklerimden
Saçlarına gönderdiğim
Hakaret vaatli saatler geçiyor terk ettiğim zamanımı
Yenibaharlarla çatışan hazanlar biriktirdim şimdi gölgelerimde
Sen gittiğinde yalancıl yaşamlardan gerçeksi düşlerime uyanmıştım çoktan
Namüsait sualler gergefinde acıyor gammazlı düşüncelerim
Üşüyorum çünkü gelesim vardı gelesim var çünkü üşüyordum
Geleceğimizi yaşanmadan geçmişe iten kimdi bilmiyordum
Yarısında kesilmiş umutsuz sonbaharlarla dolu avuçlarım
Geri dönme beklentilerimle sarmalı bulutlarım kızınca kaşlarıma
En usul yerden susuyordum sisli hayaline
Susuyordum ve susacaklarım Ecelime dost oluyordu

Fatih dedi ki...

Merhaba,

Yazınızda bahsetmiş olduğunuz "Gide" gibi yazarlar veya şairler önerebilir misiniz bana?

meymerve dedi ki...

Kimi zaman da okuduğun satırlar senden koparılmış gibidir böyle...